“Âşık” olma bir haldir. Cinselliği yok saymadan ama öncelikli gündem yapmadan, karşı cinsi güzel bulmanın ne demek olduğu, âşık olanın halleri ve beşeri aşkın nasıl ilahi aşkın parçası olduğunu kavrayamazsak aşkı cinsellik boyutuna indirgemiş oluruz. Bu düzeyde hayvanlarında aşkından söz etmek mümkün hale gelir ki, kıyaslamaya muhatap olmayı içimize sindiremeyiz herhalde, değil mi? Aşkı tarif kolay olmasa gerek, ama birde biz deneyelim dedik. Aşk gerçeğin tadıdır, bir ırmaktır ki alabildiğine yaşamaktan, iyilikten, cömertlikten ibarettir, bu ırmakta insanın akıllısı Allah’ın delisi olan “birlik zevkiyle mest olan âşıklar” yüzer. Aşk güzelliği seyretme, birlikte olma, sahip olma arzusudur. Erkeğin kadına duyduğu muhabbet, Allah’ın kadın vücuduna kendinden verdiği güzelliği seyretme arzusudur. Çirkin kadın yoktur. Güzelliğine sahip çıkmayan, emaneti korumayan kadın vardır. Kadın ilahi güzelliği yansıtan bir aynadır. Gerçek olan Allah aşkıdır. Beşeri olan onun cüzüdür. Tasavvufta “Fenafillah” diyorlar. Yani aşk içinde erime halidir. Bu anlamda, âşık olmuş erkek, dünyadan el etek çekmiş değildir. Aşkı bulmak, büsbütün yok olmak, hiçe karışmak değildir. Bu yönüyle Hint felsefesinin “Nirvana” kavramıyla aynı anlamı taşımaz. Âşık insan, düşünceden vazgeçmemiştir, düşünce şeklini değiştirmiştir. Aklından vazgeçmemiş, aklını güzelleştirmiştir, zenginleştirmiştir. Zevk kavramı asıl Aşk’a ulaştıktan sonra anlamını bulmaktadır. Âşık olan kişinin, farkında olmadan, sevgilisine dair konuşmak isteği oluşur. Sanki aklı onun mahkûmu olmuştur. Sürekli ondan bahsetmek, bütün sohbetlerinin merkezine onu oturtmak için var gücüyle direnir. Yaşadığı her anı onun penceresinden görür. Sanki bütün şarkılar onun için bestelenmiştir. Açılan her pencerenin manzarası ondan ibarettir. Doğanın bütün güzellikleri onunla anlamlıdır. Güzel olan ne varsa ondan yansımadır. Okuduğu her şiirde onu bulur. Çiçekler sevgiliye sunmak için vardır. Bir erkek, bir kadına âşık olduğunda, onu hiç kimseye benzemeyen, bambaşka birisi gibi anlatır dostlarına. Farkı nedir, diye düşünmez. Mantık aramaz. İzahı yoktur. O herkesten farklıdır. Tekdir. Bambaşkadır. Dile gelmeyen, anlatılamayan bu bambaşkalık halidir, aşk. Bir taşkınlık halidir. Aklımızı, fikrimizi, imanımızı, sabrımızı alıp götüren bir duygudur aşk. Yakın olmak ister. Bunun için bahaneler uydurur. Belayı göze alır. Fuzulî’nin “ Bir an bile olsun aşk belasından ayırma beni” dediği gibi, bile isteye belayı yağmur gibi üstüne çeker. Eşrefoğlu Rumî’nin eşsiz şiirinde söylediği gibi “Bela yağmur gibi yağarsa/ Ona başını tutmaktır aşk.
  Ahlâkın ve kültürün tabuya dönüşmüş algılarını dinin özü ile karıştırmak en büyük yanlışımız değil miydi? Batı’daki cinselliğin serbestliği ne kadar gerçek ve ne kadar doğruydu? Batı kültürünün esası Hristiyanlıktır. Aslında öz itibarıyla Hristiyanlık kadından korkan, onu tanımayan, kadını aşağılayan, cinselliği reddeden, kadından uzak duran bir dünya görüşüdür. Yani cinsellik Batı’da tabudur. Doğu’da hiçbir zaman tabu olmamıştır. Hz. Meryem cinsel ilişkiye girmeden doğurmuştur. Yani şehvet olmadan dünyaya getirmiştir Hz. İsa’yı. Hristiyanlığa göre babası Tanrı’dır. Mecazi olarak yani maddi değil manevi. Hz. İsa’da hiç evlenmemiştir.  Rahip ve rahibenin cinsel hayatı yok kabul edilir. Hz. Meryem iffetin ve şefkatin temsilcisi ve rahibelerin örnek şahsiyetidir. Rahipler de Hz. İsa’yı örnek alır. Hayatlarını Tanrı’ya adanmışlıkla karşı cins olmadan geçirmeyi umarlar. Bu doğal olana karşıtlıktır. Hristiyanlığın doğaya cephe almaları burada başlar. Hristiyanlar için din insanlık içindir. Doğaya düşman olmanın mahsuru yoktur. Museviler için din kavmiyet içindir. Müslüman için din âlem içindir. Hem maddeyi hem manayı kucaklar. Dücane Cündioğlu’nun “Hz. İnsan” kitabında bu konuyu uzun uzun anlatır. Aklımda kalanları kısaca özetlemeye çalışayım: “Hristiyanlar için Hz. Havva günahkârdır. İlk günahın ceremesini çeker insanlar. Doğu’da ise cinsellik ve hikmet beraber mütalaa edilmiştir. Cinsellik ve hikmetin birleştiği nokta bedenin Ruh’la birleştiği yerdir. İslâm ve irfan geleneğinde cinselliğin hususi bir yeri vardır ve bu yer, zannedildiğinin tam aksine, hikmet ehlinin eşyanın hakikatini kavrama tarzıyla doğrudan alakalıdır. Hakikatin bilgisi olması itibarıyla hikmet, sadece ruhun değil, aynı zamanda bedenin de bilgisini içerir. Hakikat yolcusu, mânâ kadar maddeye hakimiyeti de, madde üzerinde tasarrufu da önemsemek zorundadır. Tek kanatla göklerde yükselmek mümkün değildir. Bu bakımdan hikmet, hakikatin bütününe vukuf iddiasındadır, bir parçasına değil. Madde ve Mânâ…Ruh ve Beden…Fizik ve Matematik…Erkek ve Kadın…Hepsi de kuşatılması, kavranılması istenen hakikatin birer veçhesi. Mesnevi dâhil birçok dini metinlerimizde cinsel anlatılar Doğu bilgeliğinin tezahürü olarak yerini alır. Mesela, Mevlana ölümü düğün gecesine benzetir. Cinsel birleşme vuslattır. Bedenin titremesi ve birleşerek bütünleşmesidir, vuslat. Onlar çiftleşmek, biz birleşmek deriz. Sahip olmak ile ait olmak ikiliğidir, evlilik. Kutsal olan evliliktir. Hayvanlar çiftleşir. Beşer hayvan olmanın sınır çizgisidir.” Yükseldikçe insan olmaya yani çiftleşmekten birleşmeye doğru çıkarız. Kemâle ermek en yukarıya yapılan yolculuktur. Aşka doğru kanatlanmak, “Bir” olmaya uçmaktır, velhasıl kendin olmaktır. Sadece Allah’ teslim olup, özgür olmanın tadını çıkarmaktır. 
  Sühreverdî'ye göre aşkın tarifi şöyledir: “Tanrı'nın yarattığı ilk şey olan Aklın üç niteliğinden en önemlisi, Tanrı'yı bilme yeteneği imiş ve bu yetenekten güzellik (hüsn) doğarmış. Kendini bilme yeteneğinden ise sevgi(ışk) doğarmış. Âlem ışk'ın hüsn'e meftun olmasıyla mümkün olmuş. Aşk güzelliğin keşfidir.”