Eski insanlar genel adaba aykırı bir iş vuku bulduğunda hemen ‘’ Başımıza taş yağacak ‘’ diye bir cümle kurarlardı. İnsan kültüründe, çok eski çağlardan beri var olan bir gelenektir doğa ile uyumlu yaşam bicimi. Yaşamın doğal akışına ters düşecek bütün işlere bu deyimle tepki gösterilirdi .

20.Yüzyıl içinde insanoğlu tarafından doğal yaşama ters düşen faaliyetlerin hızlanarak sürmesi sonucu bu deyim inanın gerçek oldu ve bazımıza taş yağmaya başladı.

Geçtiğimiz yıl yurdumuzun birkaç bölgesine , geçtiğimiz hafta da Tarakya ve İstanbul bölgesine adeta gökten taş yağdı. Dün İstanbul şehrimize bir büyüğüm ile ziyaret yapmak amacı ile özel aracımızla seyahat gerçekleştirdik. Yol boyu sohbetimizin ana konusu İstanbul ve çevresinin devasa beton yapılarla kuşatılması idi . Şehrin neredeyse tamamı gökdelenler tarafından kuşatılmış, yollar da otomobil ve diğer araçların istilasında , şehrin yeşili tükenmiş, her tarafı beton sarmış …

İnsanın ve doğanın yapısına ters düşen bir yapılaşmanın esiri olmuş artık bu şehir. Doğada normal olarak toprak üstünde en yüksek olması gereken şey ağaçlardır. Ağaçlar varlıkları ile toprağın üstünde yaşayan bütün canlıları korumaktadır.Ağaçlar dünya üzerinde doğal dengeyi sağlayan en önemli bitki türüdür. Artık İstanbul’da varlığını sürdüren Çınar ağaçları ,Çam ağaçları ve benzerleri ağaçlar mevcut binaların yanında oyuncak gibi kalmışlar adeta kaybolmuşlardır. Binaların yüksekliği yöneticilerimizin kompleksi ile tavan yapmış adeta bulutlara kadar tırmanmıştır. Belli noktalarda gökyüzünü görmek için başınızı 90 derece yukarı kaldırmak zorunda kalıyorsunuz, nefes alamıyorsunuz.

Bir şehri bu hale getiren insanlar acaba nasıl insanlardır diye çok merak ederim. Yarattıkları garabeti gelişme diye insanlara yutturuyorlar . Rant sağlama uğruna artık insan canına yönelmiş tehdidin ne zaman farkına varacaklar acaba. Kardeşim ; sen doğayı katledersen doğa da senden bunun acısını fersah fersah çıkaracaktır, bundan emin olabilirsin.

İstanbul seyahatim sırasında yanımdaki öğretmenim 90 yaşında idi, ben de altmış , ikimizde çocukluğumuzdan bu yana her türlü doğal afeti gördük ve duyduk. Fakat biz bu ülkede bu yaşımıza kadar avuç içini dolduracak büyüklükte dolu yağdığına ilk defa şahit olduk . Düştüğü yerde mermi etkisi yaratan bu dolu, dünya kadar hayvanı telef etti , evleri tahrip etti , arabaların camlarını ve tavanlarını parçaladı, tarlada hasat bekleyen dünya kadar ekini ziyan etti, meyve ağaçlarına verdiği zarar da cabası.

Yaşadığımız iklimde bu kadar sert doğal afetler eskiden olmazdı. Dolu yağardı ama ebatı nohut yada fındık boyutlarında olurdu ,kırk yılda bir de ceviz büyüklüğünde yağdığına da şahit olmuşuzdur ki o dolu yağışı da büyük bir afet olarak kabul edilirdi. Son birkaç yıldır adeta okyanus kıyısı coğrafyalardakilere benzer doğal afetleri yaşıyoruz. Hani aklıma gelmiyor da değil, bu sene portakal büyüklüğünde yağan dolu önümüzdeki yıllarda acaba kavun yada karpuz büyüklüğünde de yağar mı ?

Biz doğal dengeyi bozdukça dolunun ebatı da mutlaka büyüyecektir. Allah bu dolunun en büyüğünü doğayı tahrih edenlerin başına yağdırsın diyorum , başka ne diyebilirim ki ? Geleceğimiz olan çocuklarımıza yaşamını zindan edecek bu zihniyetten ancak ve ancak bilim ile kurtulabiliriz.Bilimin

gercek değerleri ile yetişen aydınlık nesiller, bu vatan sizlerden çok şey bekliyor. Sakın ola ki bu vatanı terk etmeyi düşünmeyin bu vatan sizlere emanet edildi.

Sesimizi duyan yok , bizleri önemsiyen yok diye küsüp yılmaya hakkınız yok … Bu vatan sizin gerçek vatanınız , dünyanın neresine giderseniz gidin,en iyi şartlarda iş bulsanız bile o ülkelerde hep yabancı olacaksınız ve pişman olup dönmek istediğinizde bu sefer de dönecek bir vatan bulamayacaksınız .

İşte, kurtuluş savaşı başkomutanı ve Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu ulu önder sana sesleniyor, bir kulak ver…

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!