Konfüçyüs’e göre, gök, keyfi olarak idare eden ilahi bir müstebit değil, fakat kanuniyetin tecessümüdür. Gök kendi başına hareket etmez, Tao denilen dünya kanununa göre hareket eder. Nasıl gökyüzünde güneş, ay ve yıldızlar kanunlara göre hareket ediyorlarsa, insan da dünyada bu dünya kanununun çerçevesi içinde hareket etmelidir, dünya kanununa aykırı hareket etmemelidir. Hükümdar fiili olarak gündelik siyasete karışmamalıdır, gök gibi bir örnek olarak tesir etmelidir, merasimlere göre hareket etmeli, bütün kurbanları ritlere göre vermeli, o zaman dünya yüzünde her şey yolunda gidecektir. Şanghay’da ilk tren yolu inşa edildiği zaman, halk büyük bir dehşet içinde kalmıştı, zira demiryolunun inşası toprağa zorla müdahale etmek demekti. Bu, her şeyin kanuni cereyanına, Tao’ya karşı çalışmak demekti. Böyle bir müdahale korkunç neticeler verebilirdi. İhlal edilen dünya nizamı, kuraklık, toprak kaymaları yahut başka şeylerde tezahür ederdi. Bunun için halk, yeni inşa edilen demiryollarını tekrar sökmüştür. Benzer inanış dünya üzerinde pek çok yerde vardır. Matbaanın Osmanlı Devletine icadından çok sonra girmesi, uzur süre camilerde ses yükselticilerinin kullanılmaması, bugün ABD’de Amish’lerin her çeşit teknolojik gelişmeyi reddetmelerinde olduğu gibi düşünülebilir.

Konfüçyüs’ün ahlak anlayışına göre tarihi olaylar anlatılırken de bazı değişiklikler yapılır. Bunun nedeni dinsel inanış olduğu gibi, olayların kısa özetlerle ya da sembollerle anlatılmasını gerektiren, o dönemde kağıt ve mürekkebin az bulunması, maliyetlerin yüksekliği gibi şartlar da olabilir. Bugün ispat edebildiğimiz gibi, Konfüçyüs, tarihte tahrifler yapmaktan da çekinmemiştir. Mesela anlattığına göre, bir defa bir hükümdar, bir derebeyinden kaçmak zorunda kaldığı zaman, Konfüçyüs bunu “hükümdar ava çıktı”, şeklinde tahrif eder, zira onun telakkisine göre imparatorun firarı ayıp bir harekettir. Başka yerlerde güneşin tutulduğunu iddia eder, hakikatte o gün güneş tutulmamıştır. Güneş tutulmasından bahsetmekle, hükümdarın idaresini tenkid etmek istiyor. Çünkü güneş hükümdarı temsil ediyor, kararması da hükümdarın aydın olmadığını gösteriyor. Chun-chiu’nun (Vakayınameler) bu tarzda tefsir edilmesi gerektiği, ancak son yıllarda anlaşılmıştır. Bu yüzden eski Sinologlar tarafından çok kuru ve manasız olarak vasıflandırılan kitap, bizim için çok büyük bir önem kazanmıştır. Fakat bazı tarih kitaplarının da Chun-chiu’dan örnek alınarak yazıldıkları ve kasten tahrif edilmiş şeylerden bahsettikleri görülmüştür.

Metafizik, mantık, bilgi nazariyesi, yani Batıda büyük bir rol oynayan felsefe kolları, Konfüçyüs’ü hiç ilgilendirmez. Ona bir din kurucusu da denemez, çünkü onunu bahsettiği ve şart koştuğu gök dini, ondan önce de aynı şekilde mevcuttu. O, bu fikirleri ilk defa sistemleştiren adamdır. Hayatta iken hiçbir başarı kazanmamış ve takdir edilmemiştir. Konfüçyüsçülük, metafiziksel hayaller ya da “mistisizm” teriminde özetlenen, bütün canlıların ve bütün şeylerin, “Bir” kabul edildiği bir bütünlük fikriyle ilgili değildir. Ruhani alemle ilgilenmeye ya da onun gizemleri hakkında kuramlar üretmeye ya da onları anlamaya gücümüzün yetmeyeceğini itiraf eden, agnostik ama dini inkar etmeyen bir düşünce yapısına sahiptir. Tanrıyı ve ruhların varlığını kabul eder. Konfüçyüs “ruhlara saygı göster, fakat onlardan uzak dur” demiştir. Ayrıca Konfüçyüs şunları söylemiştir; “Bana, bilgelik verildi. Eğer Tanrı bu bilgeliği (onun ahlak sistemi) yok ederse, o, gelecek nesillere miras kalamayacak.”

Konfüçyüs’ün, Lao Tze’nin sistemini bilip bilmediği belirsizdir. Eğer biliyorsa, mutlaka ona hitap etmemiştir. Aralarındaki fark, Konfüçyüs’ün insanın kendi kendini geliştirerek, eğiterek olgunlaşmasını istemesi, Lao Tse’nin ise anlamlı bir yaşam için doğaya, doğa yasalarına uymaya önem vermesidir. Batılı araştırmacılar bu iki akım arasında derin ayrılıklar görmeye ve göstermeye çalışırken Çinli bilgeler hep ortak yönleri vurgulamışlardır.

Haftaya bu konuya devam edeceğiz.

Şemsettin Sami

- - - -