Mahremiyet, diğer insanların belirli yerlere, belirli zamanlarda ya da belirli faaliyetler süresince izinsiz girişlerine karşı çıkma hakkıdır. Mahremiyet, içine girip çıkmakla özgür olduğumuz sürece, topluma entegre olduğumuz dönemler arasında bir mola; yani tercihen kendi belirlediğimiz bir zamana sabitlenen bir ara dönem olarak kaldığı sürece, toplumsal baskıların panzehiri olma işlevini en iyi şekilde yerine getirir. Mahremiyetin keyfini sürerken birey “gözlerden uzak”, yani izlenmediğinden emin olabilir ve bu yüzden ayıplanma kaygısı yaşamadan meşgul olmak istediği ne varsa onunla meşgul olabilir. Tam bir özgürlük alanı…
 Tam özgürlük, yalnızlık ile toplumsal birlikteliğin kesiştiği noktanın nerede olması gerektiğine verilen cevap gibi gözüküyor. ‘Tam özgürlüğü’ diğer insanlarla iletişime geçmekten tamamen kaçınma yoluyla yani yalnız kalarak, tek başınalık durumunda hayal etmek, savunulacak bir şey değildir. Aksi halde doğanın ezici üstünlükleri karşısında insan çaresiz kalmaz mı? Zaten diğer insanlarla kurulan iletişim olmaz ise eylemlerimizin, hür seçimlerimizin, yüklediğimiz anlamlarının bir değeri kalır mı?
 Mahremiyet ne demek, onu açıklamak lazım... Mahremiyet, Arapça “Haram” kelimesinden gelir ve “haram olma hali” demektir. Yasaklananı yapmak haramdır. Haram sınır demektir. Genel ile senin özelini ayıran sınır. Genelden kendini ayırdığında bireyselliğini kazanırsın. Özelin herkes tarafından bilinmeye kapalıdır. İlahi emirlerle çizilen sınırların ihlâli haramdır. Aynı şekilde özel olan, bireysel olan, kamu ile paylaşılmayanlar da senin mahremindir. Ailen, özel odan, özel mülkün vs. genişletilebilir de daraltılabilir de… Sınırın nerede olacağı toplumsal uzlaşma ile belli olması gerekmez mi? İşte esas Anayasa konusu budur, bana göre.
 Görüldüğü gibi konu çok karmaşıktır. Bence toparlayabilmemiz için öncelikli olarak özgürlük talebi hangi durumda olur; bunu anlamamız gerekiyor. Sonra da özgürlüğe kavram olarak nasıl bir görev yüklüyoruz, bunu analiz etmek durumundayız. Özgürlük arzusu, baskının deneyimlenmesiyle; yani kişinin rızası olmadığı bir şeyi yapmaktan kaçamaması ya da tam aksine yapmayı istediği bir şeyi yapamaması hissiyle birlikte gelir. Batılı filozoflar özgürlüğe yükledikleri sorumluluk şöyle tarif edilebilir; arzulanan faydalı, verimli davranışı ortaya çıkaracağına inanılan ve güvenilen kısıtlamaları tasarlayıp, güçlendirmek.
 Tam bir denge durumu… Özgürlük ihtiyacı ile toplumsal etkileşimle sağlanan güven arasındaki denge… Panoptikal yöntemlerin muhalifleri kontrol altında tutmasından daha ucuz ve kolay yöntem etkin bir baştan çıkarma yöntemiyle tüketici pazarının teşvik edilmesidir. Gördüğüm kadarıyla günümüzde, kapitalist sistemin yeniden üretilmesinde bireysel özgürlük yoluyla ulaşılıyor, onun baskılanmasıyla değil. İnsanlar hem bireysel özgürlükleri için hem de güvensizliği bir bedel ödemeden özgürlüklerinin tadını çıkarabildikleri için tüketici pazarına bağlanıyorlar. Sömürünün ve aldatmacanın devamlılığını sağlayan yapıyı özgürlükçü olarak lanse etmek abes ile iştigal olsa da, maalesef böyle pazarlıyorlar. Şimdilik alan razı veren razı… Ama nereye kadar?