Müziğin tarihte ilk nasıl ve nerede ortaya çıktığı ve ne amaçla kullanıldığı konusu uzun yıllar süresince müzik araştırmacı ve teorisyenlerinin üzerinde düşündükleri bir soru olagelmiştir. Gözümüzün önünde dünyanın ilk vakitlerine ait bir imaj canlandırmaya çalışalım ve kendimizi o vahşi, uçsuz bucaksız, her şeyin dev boyutlarda olduğu bir ortamda acınacak kadar küçük ve korunaksız, sözel şuur ve dilin oluşmadığı, sözcükler yerine kaba sesler ve çığlıklarla en kolay iletişim içinde olan, anlayamadığı her tabiat olayı karsısında korkudan donup kalan ve zamanının çoğunu kendinden büyük düşmanlarından saklanarak geçiren, küçük klanlar halinde yasayan ilk insanlardan biri olarak hayal edelim. Bu durumda insanların ilk müzik aleti olarak taşları ve kemik parçalarını kullandıklarını, bunları birbirine vurarak değişik ritimlerle ses çıkarttıklarını söylemek en doğru yaklaşım olacaktır.

Dil kabiliyetinin daha gelişmediği küçük çocukları incelediğimizde onların da belli ritimsel kalıplar ve hecelerle sesler çıkarttıklarını görebiliriz. Ve bu iki maddenin ışığında ilk çağda yaşayan ilk insanın müziği ile ilgili bir fikir sahibi olabiliriz.

Dil becerisi yavaş yavaş gelişmeye başladıkça henüz din fikrinin oluşmadığı bu ilkel topluluklarda insanlar tabiattaki sesleri ellerindeki kolay araç gereçlerle taklit ederek müziği tabiat olaylarına hakim olmak ve kendilerini savunmak için büyü -tapınma amaçlı kullanmaya başlamışlardır. İlk çağdan günümüze kalan çalgı örneği pek olmamıştır fakat o müziğin neye benzediğini anlayabilmek için belgesellerde gördüğümüz, balta girmemiş ormanlarda, keşfedilmemiş bölgelerde yaşayan küçük kabilelerin müziklerini incelemek yeterli olacaktır. Başlarında kabilenin büyücüsü veya şefi olmak üzere yaptıkları danslar, söyledikleri şarkılar, kullandıkları çalgılar, bu çalgıların şekilleri, renkleri ve sesleri bu kabilelerin müziği bizim gibi eğlence emelli değil büyü ve ayinsel merasimler için kullanıldıklarını bize ispat etmektedir.

Antik yunan Mitolojisine göre baş yaradan Zeus; tanrıça Mnemosyne ile 9 günlük bir kaçamak yaşamış ve bu gecelerin her biri için Mnemosyne’ den bir kızı olmuştur. Zeus’ tan olma bu peri kızlarının her birine Muse isimi verilmiştir. Bu kızların her biri bir bilgi veya sanatın savunucusu olarak anılırlar. Bu bilgi ve sanatlara Muselerin yetenekleri denilir. Müzik isimi buradan gelmektedir.(Museike) Antik yunandan kalma resim, heykel ve o devirle alakalı kaynaklar incelendiğinde müziğin tanrısı Apollon tanrılar meclisinde lir çalıp diğer tanrıları eğlendirirken ve Muse’lerde ona yardım ederken gösterilirler. Bu kızların isimleri ve görevleri şöyledir:

EUTERPE-FLÜT-MÜZİK ERATO-AŞK-ŞİİRLERİ.. KALLİOPE-DESTAN-EPİKŞİİR KLEİO-TARİH MELPEMONE-TRAGEDYA POLYMNİA-MUKADDES-ŞİİRLER TERPSİKHORE-DANS THALİA-KOMEDYA URANİA-GÖK BİLİMİ

Antik yunanda müzik çok ciddi bir işti ve bütün iyiliklerin kaynağı olarak görülüyordu. Her toplumsal olayın kendine ait bir müziği ve kendi arasında belirlenmiş sıkı kaideleri vardı. Müzikteki her bir mod’un (makamın) değişik tesir bıraktığının farkındalardı. Bu etkiye ethos (karakter) deniyordu. Bu makamlardan rehabilitasyon ve tıp amaçlı da faydalanıyorlardı.