Çok kıymetli Oruç hocamızın Görkem Özkur ile gerçekleştirmiş olduğu röpörtajda TÜMATA ve Müzikterapi konusundaki çalışmalarını kendi ifadeleri ile sunuyorum.

Kendinizi tanıtır mısınız?

Kütahya’nın Tavşanlı kazasında 1948 yılında doğdum. İlk ve orta tahsilimi orada yaptım, liseyi Kütahya’da okudum. Sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldum. Sonraki dönemde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde klinik psikoloji doktorası yaptım ve klinik psikolog doktor unvanını aldım. Ardından Etnomüzikoloji, yani karşılaştırmalı müzik tarihi konusunda yardımcı doçent ünvanını aldım. O zaman Cerrahpaşa Tıp Fakültesi içerisinde rektörlüğe bağlı Etnomüzikoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi kuruldu, ben de orada hem sanat yönetmeni, hem de yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptım. Daha sonra da bir davet üzerine Marmara Üniversitesi’ne geçtim, orada Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde görev yaptım ve oradan da görevlendirilerek Avusturya’da Etnomüzikterapi Enstitüsü ve Münih Hochschule Müzik ve Tiyatro Akademisi’nin projesiyle orada ders verdim. Marmara Üniversitesi’nden emekli oldum. Bu sene Üsküdar Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak Ergoterapi bölümünde göreve başladım.

Tümata nedir? Geçmişinden bahseder misiniz?

1970’li yıllarda Milliyet gazetesinin Hey dergisi vardı, o dergide günün popüler müzik grupları anketler halinde sunulurdu. Onun yaptığı bir yarışmada Alman Lisesi öğrencileri beste dalında birinci geldiler ve bunlar ‘Dönüşüm Folk İkilisi’ diye bir grup kurdular. ‘Kiziroğlu Mustafa Bey’ diye bir eserleri vardır hatta. Biri banjo çalardı, biri de 12 telli gitar. Muhtar Turan ve Halit Kakınç… Bu arkadaşlarla bir toplantıda tanıştım ve onlar benim icra ettiğim müzik enstrümanlarını çok beğendiler rebap, tar, kudüm gibi… Beni de davet ettiler ve benimle beraber Atilla Ünal diye bir arkadaş daha girdi gitarla. Böylelikle banjo, 12 telli gitar, 6 telli gitar ve rebap, kudüm, tar gibi aletlerle ortaya çıktık. Adımız daha sonra Ulusal Türk Müziği olarak görüldü. Çeşitli yolculuklar yaptık beraber, Romanya’ya gittik, 15 günlük bir Orta Asya gezimiz oldu. Ondan sonra ‘Dönüşüm’ gelişti, Esin Avşar’la da programlarımız oldu. Ardından ‘Dönüşüm’ yavaş yavaş dağıldı. Bu sıralar ben de doktoraya başlamıştım ve konservatuardan arkadaşların isteğiyle yeni bir grup oluşturduk. Türk müzik terapisini esas alan ve Türk müziğinin geçmişinden bugüne kadar gelen örneklerini icra etmeye niyetli ve bunu yapmaya çalışan bir gruptuk. Bir gün gazeteci bir arkadaş dedi ki “bunun adı çok uzun”, ‘Türk Müziğini Araştırma ve Tanıtma’ydı adımız. “Ben,” dedi “Türk Müziğinin ‘tüm’ünü, araştırmanın ‘a’sını, tanıtmanın da ‘ta’sını alıyorum: ‘TÜMATA’” Sevindik, “Aa,” dedik, “ne güzel oldu”. İsim babamız İskender Özsoy, gazeteci bir arkadaşımız, Allah selamet versin. Bu şekilde TÜMATA doğmuş oldu 1976 yılında ve o günden beri TÜMATA dünyanın çok çeşitli yerlerinde icraat yapan bir arkadaş grubu, bir sanatçı grubu haline geldi.

Kaç kişilik bir ekipsiniz?

Bizim ekip ihtiyaca göre değişir. 3-5 kişiden 20-30 kişiye kadar çıkabilir. Buna yurtiçi ve yurtdışı da dâhil olmak üzere. Mesela geçtiğimiz yıl Mayıs ayında bir festival düzenlemiştik, ‘Işığın Sesi’ diye bir konserimiz oldu. O konser dizisinde 41-42 kişi sahneye geldi, bunların içinde Avusturyalı, Alman,

İsviçreli, İranlı, İspanyol, Amerikalı müzisyenler de vardı, hep beraber icra ettik. Yani istek olursa daha da arttırabiliyoruz.

Peki, müzikle tedavi nasıl yapılıyor?

Müzikle tedavi tarihçe itibariyle bugüne kadar gelen bilgilerin ışığı altında iki dalda incelenebilir. Biri, pasif müzik terapi ve ya reseptif müzik terapi. Bunun icra şekillerini anlamak için şifahanelerde yapılan müzik terapiyi ele almak lazım çünkü otantik olanı o. Bunların içinde en güzeli ve eldeki bilgiler açısından en genişi olan Edirne Şifahanesidir. 500 yıl önce Sultan II. Beyazıt tarafından yaptırılmış bu şifahanenin müzikle tedavi yapılan bölümü mimari bir şaheserdir. Ortada şadırvan var, dip tarafta müzisyenlerin oturacağı bir seki var, hastalar için odalar var…Hastalar odalarında istirahat halindeyken müzisyenler geliyorlar ve su sesi eşliği ile birlikte hastalara şifa veriyorlar. Bu bilgilerin ışığı altında görüyoruz ki haftanın üç günü sanatçılar seansa geliyorlar ve bu hastalara hangi makamlar, hangi enstrümanlar kullanılması gerekiyorsa ona ait bir konsültasyon, ona ait bir bilgi paylaşımı oluyor, ondan sonra karar verilip bu musiki eserler hastalara dinletiliyor. Bu bilgilerin epey bir kısmını Evliya Çelebi Seyahatnamesinden alıyoruz. Ayrıca da Haşim Bey Mecmuası diye çok önemli bir eser var 200 yıllık, bugün elimizde var o kitap. Sonra Hasan Şuuri isminde yine bir yazarın ‘Ta’dil-i Emzice’ diye bir eseri var, ondan da bilgi alıyoruz. Bayağı bir İbn-i Sina’nın da eserleri var, daha çok hangi makam nelere iyi geliyor, neler hissettiriyor gibi tasnifler var. Bugüne kadar bunlar geliyor ve biz bunları esas alıyoruz. Batı tıbbında uygulanıp da sonuç olarak bir reçetesi yok, bunun reçetesi bizim tıbbımızda. Dolayısıyla bu bilgileri biz ele alıp, elde ettiğimiz sonuçlar neticesinde değerlendirmeler yapıyoruz. Neler yaptık? Denilirse. Bundan 15-16 sene önce Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde hastalara müzik terapi uyguluyorduk. Çeşitli servislerden 300-350 kadar hasta geliyordu, yanlarında doktorlar ve hemşirelerle birlikte.

Devam edecek…