Günümüzde ''açılım, çözüm süreçleri'' zarar görmesin diye Anadoluya ''Türk ülkesi'' ve burada yaşayanlara ''Türk'' demek adeta suç olur hale geldi. Yıllarca okullarda her sabah okunan ''Türküm, doğruyum, çalışkanım...'' diye başlayan and kaldırıldı. Kamu binalarının tabelalarındaki T.C harfleri silindi.

Bütün bunları yapanlar kim? Bazi siyasi partilerin ileri gelenleri, politikacılar. Aynı görüşü paylaşan iktidar yanlısı, sözüm ona sivil toplum kuruluşları, bazı yandaş kişiler ve satılık kalemler. Bunlar belli çevrelerin istemesi doğrultusunda onları hoşnut etmek,siyasi yönden oy toplamak için resmi adı Türkiye Cumhuriyeti olan ülkemizde yaşayanlara ''Türk'' veya ''Türk Milleti'' demenin ırkçılık olduğunu savunmaktalar. Bu kavramların Atatürk tarafından ortaya atıldığını yaymaktalar.

Oysa tarihi kaynaklara bakıldığında ''Türk'' ifadesine pekçok yerde karşılaşılır. Örneğin Venekli gezgin Marco Polo (1254-1324) ve 12. ve 13. yüzyıllardaki Haçlı Seferlerine ait batılı kaynaklar, Anadoludan ''Turhchia'' veya ''Turcmenia'' insanlarından da ''Türkler'' diye  bahsetmektedir.

Bir başka gezgin, Fas (Tanca) doğumlu arap asıllı İbn Batuta (1304-1377) Rıhlet-ü İbn Batuta diye bilinen seyahatnamesinde 14. yy daki Anadoluyu anlatmaktadır. Kendisi Orta Asya, Hindistan, Çin, Endülüs, Sudan gibi ülkelerin yanı sıra Anadoluyu, Kuzey Türk illerini ve Güneydoğu Anadolu'yu gezmiştir.

Gördüğü ülkelerin adetlerini, yaşamlarını, hükümdarlarını, dini yapılarını incelemiş ve anlatmıştır. Dikkat çeken tespitlerinin başında Anadoluya ''Türk ülkesi'' ve burada yaşayanlara da ''Türkler, Türkmenler'' demektedir. Tarihi gerçekler Türk hakimiyetinin 700 yıllık bir geçmişinin o olduğunu göstermektedir.

Diğer yandan İbn Batuta Anadolunun gezdiği heryerinde Türkçe konuşulduğunu görmüştür. İnsanlarla  bir tercüman aracılığı ile iletişim kurmuştur. O yıllardaki Türkçe, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Nesimi gibi halk ozanlarının kullandığı edebi dildir.

Anadolu'nun doğal yapısına hayran olan gezgin ''Tanrı güzellikleri diğer ülkelere ayrı ayrı dağıtırken, burada hepsini bir araya getirmiştir'' demektedir. Dünyanın en güzel insanlarının yaşadığını, temiz kıyafetlerlerle dolaştıkları, çok nefis yemekler pişirdikleri izlenimleri arasında yer almaktadır.

En ilginç tespitllleri de Türk kadınları üzerinde. Orta Asya ve Çini de gezmiş olması nedeniyle o bölgelerdeki Türk boylarından da etkilenmiş olması göz önünde bulundurulmalı. İşte seyahatnameden bir bölüm:
 
''İslamiyetten önce Türk kadını giyim kuşam olarak çok özgürdü. Kapalı değildi. Hükümdarların eşleri devlet yönetimine katılır ve hatta zaman zaman devleti yönetirdi. Buyruklar 'Hatun ve Hakan buyuruyorlar ki' diye başlardı. Tek eşlilik vardı. Kadınlar erkeklerden kaçmaz, yüzleri açık dolaşırdı. Erkekler kadınlara karşı aşırı saygılı idi. Sofra hazırlanınca yemeklerini bir arada yerlerdi.''

Osmanlının son dönemlerine geldiğimizde Türk kadınını kara çarşaf içinde, erkekten on adım geriden gelir halde görüyoruz. Nereden nereye. Kadın bu hale gelirken Türklük unutulmuş Osmanlılık ön plana çıkmıştır. Daha ötesi Türk sözü, ne kadar acıdır ki hakaret anlamında kullanılır.

Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinde ilk başta Türk kadını İbn Batuta'nın bundan 700 yıl öncesindeki haklarına kavuşmuş, batılı anlamda hem cinsleriyle aynı düzeye gelmiş hatta bir adım öne geçmiştir. Çünkü seçme ve seçilme hakkını onlardan önce kullanmıştır.

Bugün gelinen noktadan bakıldığında Cumhuriyet öncesi döneme gidişin işaretleri görülmekte. Erkek egemenliğinin baskın olduğu, kadının örtünmeye özendirildiği daha doğrusu zorlandığı bir süreci yaşıyoruz.

Koşullar ne olursa olsun, İstiklal Marşımızın ilk dizesinin başındaki ''korkma'' güçlendirmesiyle, Türklüğümüzle övüneceğiz, güveneceğiz, çalışacağız ve başaracağız.