Opera, sahnede oynanmak üzere yazılmış, müzikli dramatik bir yapıttır. Operayı başta orkestra olmak üzere koro ve solo yapan ve aynı zamanda oyuncu olarak rol alan sanatçılar oluşturur.

Operanın doğduğu yer ve halen e merkezi İtalya’dır. Rönesans döneminin getirmiş olduğu yenilikler arasındadır. Osmanlı döneminde ise on altıncı yüzyılda II. Murat’ın padişahlığı sırasında bir italyan topluluğunun sarayda müzikli bir oyun sergilediği eski kaynaklarda yer almaktadır. 

Avrupa tarzı opera temsilleri ise III.Selim döneminde görülür. II.Mahmut ve I.Abdülmecit'in saraylarında birçok İtalyan kumpanyaları çeşitli operalar oynamışlardır. İlk yerli oyunları 1855'te Maunti Tiyatrosu'nda azınlıkların kurduğu topluluklar operet ve opera şeklinde sunulmaya başlamıştır.

Atatürk alaturka müziği sever ve inceliklerini bilirdi. İnce zevkleri arasında Rumeli türküleri yer alırdı. Selanik'te bulunduğu yıllarda ara sıra operayla karşılaşmıştı. Esas operayla tanışması Sofya'da olur. Bulgaristan da devamlı opera vardır. Sofya da görev yaptığı surece opera temsillerini kaçırmaz. Hepsini defalarca izler.

Türk milletvekillerinden Şakir Zümre ile gittikleri Sofya operasından sonra ona şunları söyler: ”Şakir adamların bizi niye balkan savaşında yendiklerini anladım. Bir askeri ateşenini savaştaki başarıyı operaya bağlanması oldukça ilginç. Burada ince bir zekanın oyunu var. Batının medeniyetini anlamak için sadece sokaktaki binalara bakmak, toplumun renkli yaşamlarına heyacanlık duymakla olmaz.

Operada kolektif bir çalışma vardır. Libertosunu yazan ve çeviren, müziğini besteleyen sahneye koyan işbirliği içindedir. Orkestrayı yöneten şef aryaları söyleyen solistler. Koro elamanları aynı duyguları yaşar. Bütün eserde denge ve hassasiyet vardır.

Atatürk'ün gördüğü ve işaret ettiği, Opera gibi bir eseri ortaya çıkaran toplum bir çok işi topluca yapılır. Bu yeteneğe sahiptir. Geleceğin lideri her gittiği yerde, yaşadığı her olayda örnek alınacak ayrıntıları hafızasına tek tek not etmiştir.

Cumhuriyet döneminde devlet müzik politikasının Türk halk müziği üzerinde ama çok sesli yeni bir müzik yaratılmasına bizzat Atatürk istemiştir. Bu amaçla Avrupa'ya yetenekli gençler gönderilmiştir.

İlk Türk operası Özsoy'dur. Metni üzerinde Atatürk'ün durduğu, Münir Hayri Egeli'nin Liberttosunu yazdığı bu operayı Adnan Saygun bestelemiştir.
İlk kez haziran 1934 de sahnelemeştir. O gün Ankara halkevi salonuna genç cumhuriyetin yöneticileri doldurmuştu. Herkes resmi giyinmiş, orkestra yerini almıştır. Atatürk başlama saatine birkaç dakika kala solana girer yanında bir konuğu vardır: İran şahı Rıza Pehlevi. Herkes ayağa kalkar iki devlet adamını alkışlar 

Opera başlar .Atatürk daha önce provayı izlemiş ve sonrasında sanatçıları kutlamış bu bir devrim hareketidir . Beste güzel, oynanış özenliydi demişti. Elden gelen yapılmıştı, Adnan Saygın ve Necil Kazım Akses'ten iki küçük opera daha ister.

Özsoy operası perde ve tablo sonları alkışlanarak izleniyordu. Atatürk zaten konusunu biliyordu. Üçüncü perdenin son tablosunda  birbirini kaybetmiş iki kardeş tur ile İraç (Türkiye ile İran) çeşitli serüvenlerden sonra buluşacaklardır. Finald babaları sorar;
"Peki ama ben Tur ile İraç’ı göremiyorum, nereededirler?" 

Hikayeyi sunan öne gelir, şeref locasında oturan Atatürk ve Şahı gösterir;
"İşte Tur, işte İraç. Her Türk bi Tur, her İranlı bir iraç’tır."

Büyük bir alkış kopar .Şah heyecanla Atatürke döner, ellerine sarılır
“Menim Kardaşım…. “

Siz bugün İran ve Türk cumhurbaşkanlarının birlikte opera veya bale okuyabileceğini düşünüyormusunuz?

1936’da kurulan Ankara Devlet Konservatuarı temsil kısmı tiyatro, opera ve baleden oluşur. O günden bugüne her dalda pek çok değerli sanatçı yetiştirildi.

Ne yazık ki, bugün ödenekli tiyatroların kapılarına kilit vurulmak isteniyor.A K M  hala çözüm bekliyor.Okulları imam hatipleştirme furyasında konservatuarlar da payına düşeni alırlarsa şaşırmayın.