Elimde yemek tepsisi olduğundan ısrarla çalan telefonuma cevap veremiyordum. Baktım ki olacak gibi değil, tepsiyi masaya koyup telefonu açıyorum. Muhatabım tanıdık bir sima.

            Telaşı sesinin tonuna öylesine yansıyor ki! Titreyen ses tonu ile kesik kesik konuşmaya başlıyor. 'Abi' diyor, 'iki gündür sana ulaşamıyorum. Babam kötü, komada!'

            Arayan kadim bir dostum. Aramızda zamanla bir samimiyet ve de hukuk oluşmuş haliyle.

            'Fahri' diyorum, 'hele sakin ol. Mehmet Amca'ya  ne oldu? Anlat!'

            'Abi bahçeye eşekle giderken eşek arabalardan ürkmüş ve babam eşekten düşmüş, kafasını çarpmış!'

            'Sonra?'

            'Sonrası şu..Eşek akşam eve gelince babamı aramaya bahçeye gittik. Bir de ne görelim! Babam yerde baygın yatıyor. Alıp hastaneye getirdik. İki gündür beyin cerrahisinde ağızsız dilsiz yatıyor. Yardımına ihtiyacım var!'

            'Telaşlanma. Ben şimdi meslektaşımı arayıp sana dönerim' diyorum.

            Hastamız beyin sarsıntısı geçirmiş. Beyin tomografisinde fazla bir şey yokmuş. Yoğun bakımda gözlem altına imiş..

            'Fahri' diyorum, 'rahat ol. Kanama yokmuş. Birkaç haftada kendine gelebilirmiş. Ben şu anda Antalya'da tatildeyim. Bir hafta sonra döneceğim, ilgilenirim!'

            Tatilden dönüyorum ve Mehmet Amca da yirminci günde uyanıyor ve konuşmaya başlıyor ve bir süre sonra da taburcu oluyor.

            Anadolu insanı bu... Yapılan iyiliğin altında kalmak istemiyor. Bir gün telefonum çalıyor. Arayan Fahri... 'Abi mazeret tanımam. Armutlar oldu. Tam senin sevdiğin sulu armutlar. Bu hafta sonu bahçeye bekliyoruz!'

            Davete icabet ediyorum ve eşimle birlikte Çınarcık yakınlarındaki köylerine ve  oradan bahçeye varıyoruz. Sıcak bir karşılamanın ardından Mehmet Amca kocaman bir çuval alıyor ve armut ağacına tırmanmaya başlıyor. Ufak tefek vw zayıf bir insan... Öyle çevik ki! Bir tırmanıyor, ben aşağıdan hayretle izliyorum. Başlıyor armutları toplamaya... Çuvalın yarısına kadar armut doluyor. Kocaman bir çuval... Aşağıdan sesleniyorum: 'Mehmet Amca yeter. Bu kadar armudu kim yiyecek! Yazık çürürler'!

            O sırada Mehmet Amca uzakta otlayan ineklerini gösteriyor eliyle. 'Biliyorsun bizde de nüfus az, armut çok. Size vermesen nah şu ineklere vereceğim. Bari siz yiyin!'

            Eşimle birbirimize bakıp gülüyoruz. Birkaç sefer aynı ifadeyi tekrarlıyor..Saf ve kalbi bir ifade... Hiçbir art niyet yok! Çok hoşumuza gidiyor.

            Neticede armut dolu  çuval arabamın bagajına yerleştiriliyor.

            Veda ve ayrılış!

            Yolda eşime diyorum ki 'şu ineklerin armudundan ver de yiyeyim!'

            Sulu armutları direksiyonda bir bir götürüyorum. Gülüşmeler...

            Mehmet Amca gönül zengini bir insandı. Şimdi bir selvi ağacının altında ebedi uykusunda...