Yüzüm değirmene doğru...Bir yaz günü ve ayaktayım. Sağ elim çenemin altını kavrarken sol elim sağ kolumun dirseğini alttan kavrıyor. Bir zaman tünelinde anılara yolculuk ediyorum. Hayattan kopmuşum adeta. Karşıdaki değirmene gitmek istiyorum, ama bahar mevsimi suları çoşturmuş. Arada köprü yok. Gönüllerdeki köprüleri çoktan inşa etmişiz, ama bu suyun üzerine bir köprü kuramamışız diye düşünüyorum o an...Karşıya geçip çocukluğumuzda un öğüttüğümüz o değirmeni tekrar görmek istiyorum, ama geçemiyorum karşıya. O değirmen taşının dönüşü bambaşka duygular uyandırırdı bizde... Çocukluğumuzun deyimi ile 'o geçeye' nasıl varabileceğimin hesabını yapıyorum. Düşünen adam pozisyonunda ne kadar süre kaldığımı bilmiyorum.

          O anda bir araba kornasının sesi ile arkama döndüğümde arabadan inenler bana doğru geliyor. Bizim Binali Amca ve yanında yabancı iki kişi. Sarılıyoruz, hal hatır faslından sonra tanıştırıyor yanındakileri. Bursa'dan gelmişler, define arıyorlarmış. Binali Amca da onlara rehberlik ediyormuş. Eşim ve kızım da çayın kenarında vakit geçiriyorlar. O sırada bağırıyorumdeğirmene doğru ve içeriden dayımın oğlu çıkıyor ve paçalarını sıvayarak suyu geçiyor ve bu tarafa geliyor. Nereden baksan onbeş yıldır görmemişim kendisini. Sarılıp hasret gideriyoruz. Kendisi aynı zamanda pratik zekaya sahip ve 'mucitlik' yönü de oldukça kuvvetli. 'Yakında buraya bir köprü yapacağım..Kafamda tasarladım' diyor.

          Ben bir an önce kartal yuvası 'Eğriler' denilen kıvrımlı yolları tırmanıp Yayla'ya çıkmak istiyorum..Allahuekber Dağları'nın böğründeki bu yaylanın rakımı sanırın ikibin beşyüz metreden aşağı değil. Buraları 'Milli Park' olarak ilan edildiğinden beri ormanlar daha sıkı korunuyor...Ayrıca ayı avlamak da yasaklandığından ayı nüfusu da bayağı artmış..O yüzden kayalıkları gezerken dikkat etmemi de tembih ettiler.

          Neyse...Binali Amca da benim arabaya biniyor. Eşim, kızım ve o...Zikzaklı yollardan çıkarken niyetim her virajda inip etrafı seyretmek ve hasret gidermek..Bu bakir doğayı ve kelebekleri doyasıya seyretmek arzusu içimi hoplatıyor. 'Kekireli Göze' veya  diğer adıyla 'Sudökülen'e gelince inip suyun başına varıyorum ve o soğuk su ile yüzümü yıkıyorum. Arkadan amca bağırıyor: 'Ubanma, gel gidelim!' Zoraki tebessüm ediyorum. Bu 'ubanmak' sözünü uzun zamandır duymamıştım ve unutmuştum. Bizim yörede 'meşgul olmak' anlamına geliyor. Gülüyorum, hoşuma gidiyor. Mecburendönüp direksiyona geçiyorum... 'Anahtarlı Taş'a geldiğimizde duruyorum ve ani bir reflekse fırlıyorum dışarı.  Fotograf makinesi ile 'Çolpan' dediğimiz kayalıkmvadinin resmini çekiyorum..Burada yabani meyve yetişir..Anılarım gözümün önüne geliyor Dürbünle zaman tünelinin duraklarına uğruyorum. Arabadan aynı ses...'Amma da ubandın. İşte bildiğin Çolpan!' İçimden de yarı kızgılıkla diyorum ki 'sana göre öyle de ben buraları görmeyeli onbeş sene olmuş!' Mecburen arabaya geliyorum. 'Kabanın Başı' dediğimiz zirveye varınca yine iniyorum ve eşim ve kızımla 'Kırmıtlar' dediğimiz dik kayalıklara doğru yöneliyoruz...Burada kartallar yuva yapar...Niyetim kartal görmek. Yine ubanmamam konusunda uyarılıyorum. Kararlıyım..'Bu sefer dinlemeyeceğim ve ubanacağım!' Her ne pahasına olursa olsun 'ubanacağım.' Öyle de yapıyorum ve Şivraz denilen şelalenin başına kadar yürüyoruz. İçimden de diyorum ki 'nereden çıktı!'

          Ben bu dağları, bu vadileri özlemişim. 'Şu ıssız derelerin, şu yalçın kayaların...Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi..' şiiri aklıma geliyor. Niyetim 'Taşbaşı' dediğimiz kayalıklara da uğramak. Ama gönül kırmama açısından bu isteğimi içim acıyarak ertelemek zorunda kalıyorum ve Yayla'ya doğru çeviriyorum rotayı.

          'Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş' derlerdi de inanmazdım.