Kırsal kesimde sınır komşuları arasında çeşitli nedenlerle tartışmalar çıkar. Geçmiş yıllarda bunlardan birine tanık olmuştum. Birinin, bahçeler arasında sınır oluşturan ağaçları diğerinin evine çok yakındı ve çatısının üzerine kadar uzamıştı.

Dökülen yapraklardan şikâyetçi olan, ağaç sahibinden onları kesmesini istiyordu. On yıllık geçmişi olan ağaçları kesmeye kıyamayan komşu, şimdiye kadar gözle görülür bir hasar oluşmadığını, eğer olursa çatıyı yenileyebileceğini söylese de diğeri inat ediyordu.

Ağaçları kesmemekte kararlı olan, diğerine arazisini satın almayı teklif etti. Değerinin çok üstünde, iyi bir paraya da hayır cevabını aldı. Oysa o parayla şehirde güzel bir ev alabilir, kendine yeni bir hayat kurabilir, yaşına göre ağır gelen bahçe tarla işlerinden kurtulur, rahat bir yaşama kavuşabilirdi.

Deprem sonrası yaşadığımız olaylar sırasında bu iki komşuyu anımsadım, yerini terk etmeyene hak verdim. Deprem sabahı her birimiz bir yerlere gittik ve uzun süre Yalova’dan uzak kaldık. O günlerde Yalova terk edilmiş şehirdi.

Çeşitli illerdeki akraba ve yakın dostlarımızdan davetler alıyorduk. Oralara yerleşmemiz öneriliyordu. Evimiz az hasar görmüştü. Onarıldı, oturulur hale geldi. Teknik incelemeler sonucu sağlam olduğu rapor edildi. Eşimle oturup konuştuk, düşündük. Yalova’da eski yaşantımızı sürdürmeye karar verdik.

Yaşamımızı değiştirmek istemiyorduk, tıpkı arazisini satmak istemeyen komşu gibi. Şehre taşınmak onun için bilinmez bir dünyaya taşınmak demekti. Bambaşka değerleri olan bir dünyayı öğrenmek için artık çok yaşlıydı.

Bazen de yaşadığımız hayata o kadar bağlanıyoruz ki, önümüze çıkan fırsatları görmüyoruz, elimizin tersiyle itiyoruz. Çünkü onlardan nasıl yararlanacağımızı bilmiyoruz.

Üniversite sayımız iki yüze yaklaştı. 81 ilimizde en az bir üniversite ve onların neredeyse her bir ilçesinde o üniversitelere bağlı iki yıllık yüksekokullar var. Her yıl iki milyona yakın lise mezunu buralara girmek için sınavlarda ter döküyor. Yarıdan fazlası da giriyor.

Bu olay da yaşadığımız hayata bağlılığımızın bir başka varyasyonu. Herkes çocuğunun mutlaka bir üniversite okusun kaygısında. Bunun sonucu ne? Alınacak diploma. Diploma sahibi olunsun da gerisi önemli değil. Hiç kimse “Ben farklı bir şey yapabilir miyim?” diye sormuyor.

Üniversite mezunu olmak, istenilen işte çalışılabileceği anlamına gelmiyor. Aldığı eğitimin dışında çalışan o kadar çok insanımız var ki. O zaman neden o kadar emek ve para harcayarak zaman kaybediyoruz. Çünkü birileri, bir kişinin hayatta bir yerlere gelebilmesi için mutlaka üniversite okuması gerektiğini söylemişti.

Doktorların, mühendislerin, avukatların, bilim insanlarının hepsi mutlaka üniversite okumalıdır. Ama geri kalan işleri kimler yapacak? Tesisatçılara, tamircilere, pastacılara, kuaförlere de gereksinim var. Üniversite mezunu köy çocuğu artık tarlada, bağda, bahçede çalışmıyor.

Belki artık bu konu üzerinde düşünmenin zamanı gelmiştir.