Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla bir rapor hazırlayan Yalova Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi ve Aile İçi İletişim Uzmanı Prof. Dr. Eda Balkaş Erdoğan kadının sosyal yaşamdaki yerini analiz etti. Kadının hayatta kendi istediği rolü üstlenemediğine ve toplumun yargılarına göre hareket etmek zorunda bırakıldığına dikkat çekti. Balkaş açıklamasında şu sözlere yer verdi;

“Her toplumda, toplumun kendine has özelliklerine göre belirlenmiş toplumsal roller mevcuttur. Ne yazık ki bu roller çoğu zaman, rol sahibinin istediği roller değil, ona toplum tarafından zorunlu olarak yüklenen rollerdir. İnsanoğlunun doğar doğmaz üzerine yüklenen bu toplumsal rollerden, kadınlar şüphesiz erkeklerden çok daha fazla etkilenmektedir. Bunun en önemli nedeni, kadınların toplumsal roller edinme aşamasında negatif ayrımcılığa uğramasıdır.

Dünyadaki en akıllı canlı varlık olan insan türünün, iki cinsinden biri olarak var olan kadın; ilk kadından bu güne kadar zihinsel, ruhsal ve sosyal önemli değişimler geçirmiş ve günümüz dünyasında farklı yaşam rollerini üstlenen bir varlık haline gelmiştir.Öncelikle kadının temel rollerine bakarsak, bunlar; doğurganlık başta olmak üzere ‘cinsel rolü’ ve dünyaya getirdiği çocuğunu koruma, besleme ve bakımını içeren ‘annelik rolü’dür. Bu temel roller aynı zamanda kadının içgüdüsel olarak sahip olduğu rolleridir, yani sonradan öğrenmeyle veya tercih edilerek alınan roller değildir. Bu rolleri üstlenmeyen veya yadsıyan, reddeden kadında fiziksel ve ruhsal sorunlar yaşanma olasılığı çok yüksektir. Yani anlaşılacağı üzere kadının doğal içgüdüsel yönelimle sahip olduğu rolleri vardır ve bu rollerin gerçekleşmemesi kadında sorunlara yol açar.

Bu temel rollerin üzerine eklenmiş olanlar ise; ‘eş rolü’, sonra eş ve çocuktan oluşan ailenin barındığı mekanın, bakım ve işlerini (ev işleri dediğimiz işler) içeren ‘ev kadını rolü’, sonra da bizim sosyo-kültürel yapımız ve benzeri toplumlardaki ‘gelin rolü’dür. Bu roller de içgüdüsel olmasa da evlenen her kadın için hemen hemen kaçınılmaz rollerdir. Günümüz kadını artık iyi bir eğitim almak, istediği bir mesleğe sahip olmak veya ilgi ve becerisi olan herhangi bir alanda çalışmak, iş yaşamının içinde olmak istiyor, yani ‘çalışan kadın rolü’ yukarıdakilere ekleniyor. Bu rol sadece kadının istemesiyle değil tabi, bazen zorunluluklar nedeniyle de üstlenilebilen bir rol. Bunun dışında kadın  iş yaşamının içinde olmak istiyor, yani ‘çalışan kadın rolü’ yukarıdakilere ekleniyor. Bu rol sadece kadının istemesiyle değil tabi, bazen zorunluluklar nedeniyle de üstlenilebilen bir rol.

Tüm bu rollerin dışında bir de sosyal roller var; komşuluk rolü ve üye olduğu kuruluşlardan üstlenilen roller.. Asıl sorun burada ortaya çıkıyor. Kadın bu üstlendiği birden çok olan rolü yeterli şekilde gerçekleştiremiyor ve sonunda roller kadının  üzerinde baskı oluşturuyor. Bu roller arasında kadını en zor durumda bırakan ve en ağır basan tabii ki Annelik rolü.

Kadın çocukla kariyer arasında sıkışıp kalınca rol karmaşası başlıyor. Ve kendini yetersiz hissediyor…  Burada çözüm kadının fiziksel ve ruhsal önceliğine göre karar vermesi … Genelde bu durumda Annelik ağır basıyor… Yıllarca emek verilen kariyer bir anda arka plana itiliyor. Ya da maddi zorunluluk nedeniyle çalışmak durumunda olan kadın ise müthiş bir ölçüde vicdan azabı çekmeye başlıyor…. Annelik rolünü  ihmal  ettiğini düşünüyor… Çözüm biraz önce söylediğim gibi önceliklerin belirlenmesi, kadını mutlu eden önceliklerin …..

Rol karmaşasından bahsetmişken hemen çalışan kadının durumuna bir bakalım. Yıllarca okuyup, eğitim alan ve kendini geliştiren kadın, makam ve unvan sahibi olmuştur. Ancak aynı zamanda bir de anneyse yandı…. Geceler boyunca ateşi çıkan  çocuğunun başında uykusuz kalan kadın, ders programları yetişmek zorunda olduğu için aynı zamanda  kilometrelerce uzaklıktaki  işinin başında olmak zorundadır. Tabii bu sırada kendisinden yıllarca önce çocuklarını büyüten, hatta çocuk büyütme işiyle pek de alakası olmayan erkek meslektaşlarıyla aynı iş yüküyle çalışmak zorundadır.

Her şeyden önce işe, en temel sorun olan dayatılmış toplumsal rollerden başlamak gerekmektedir. Eğitim, medya, sanat ve bilim alanlarında kadına toplumda ikinci sınıf toplumsal rol veren öğeler yasaklanmalıdır. Toplum baskısına karşı bireyci anlayış desteklenmeli, birey toplumun tahakkümünden kurtarılmalıdır. Bireyler kendilerine ait kararları, kolektif karar alma mekanizmalarının baskılarına uğramadan alabilmelidir. Bunun yanında, devletlerin yasalarındaki kadına negatif ayrımcılık içeren tüm yasalar değiştirilmeli, yasalar karşısında cinsiyetler arasında tam bir eşitlik sağlanmalıdır.

Ayrıca ilköğretim çağındaki çocuklara, kadın ve erkeğe farklı toplumsal roller yükleyen içerikte eğitim verilmesi kesinlikle yasaklanmalı, öğrencilerin kadın ve erkek eşitliğini vurgulayıcı içerikte eğitim almaları sağlanmalıdır. Kız çocukların eğitimine önem verilmeyen bölgelerde, kızların okula gönderilmesi teşvik edilmeli, göndermeyen aileler hakkında yasal işlemler başlatılmalıdır. Okuma yazma bilmeyen yetişkin kadınların, okuma yazma öğrenmesi için eğitim seferberliği başlatılmalıdır. Kadınlara yönelik eğitimler yalnızca ilköğretim, ortaöğretimle sınırlı kalmamalı, yetişkin bir kadının gebelik, doğum, annelik, çocuk psikolojisi gibi konularda da eğitilmesi sağlanmalıdır. Erkeği evin reisi olarak gören zihniyetin aksine, evliliği müşterek bir hayat paylaşımı olarak gören anlayış topluma yerleştirilmelidir. Evlilik sözleşmesinin, kadının erkeğin egemenliğine girmesi olarak değil, bir ortaklığa adım olarak görülmesi sağlanmalıdır. Bunun için en başta, kadının evlendikten sonra da kendi soyadını kullanması sağlanmalı ki bu konuda yasa yürürlüğe girdi, miras ve boşanma durumunda mal paylaşımı konusunda tam bir eşitlik sağlanmalıdır. Ayrıca aileyi ilgilendiren hukuki konularda erkeğin tek başına aile adına hareket edebilmesi kısıtlanmalı, aileyi ilgilendiren kararlarda kadın ve erkeğin sürece müşterek dâhil olması sağlanmalıdır" 

Editör: TE Bilişim