Korku insan yaşamında ruhsal yapısını olumsuz yönde etkileyen bir duygudur. Herhangi bir belirsizlik durumunda bir tehdit algısı oluşur. Her kim olursa olsun o anda bilinçli veya bilinçsiz olarak çeşitli korkulara kapılır.

Vücudun herhangi bir yerinde ani olarak ortaya çıkan bir ağrı veya beklenmeyen sıra dışı bir olay da yaşamsal tepki olarak korkuyu yaratır.

Kimi insan kaybetmekten korkar. Sahip olduğu bir şeyi veya bazı şeyleri olmadan yaşayamayacağını sanıp ona sıkı sıkı sarılır. Eğer bu korku altında sürekli kalırsa yaşamı kabusa dönüşür.

Adamın birisi karısını çok seviyordu. Onu kaybetmekten çok korkuyordu. O kadar kıskançtı ki olmadık nedenlerle huzursuzluk çıkarıyor, bundan hem karısı hem de kendisi rahatsız oluyordu.  En sonunda daha fazla dayanamayan kadın evi terk etti. Tüm uğraşlara karşın geri dönmedi. Adam da yalnız yaşamaya zamanla alıştı. Çok sevdiği olmadan da yaşanabileceğini anlamıştı. Ama onu kaybetmişti.

Anne ve babamızı veya başka yakınlarımızı çok severiz. Onlarsız yaşamayı düşünmekten bile çekiniriz. Acı gerçekle karşılaştıktan, ağlayıp sızlandıktan bir süre sonra yaşamın akışına kapılıp korkulu anları unuturuz.

Bilmemek te insanı korkutur. Ne olduğu bilinmeyen herhangi bir şeye kuşku ile yaklaşılır. Dış görünüşü ile ürkütücü bir izlenim yaratan her ne olursa olsun ondan uzaklaşılır. Nedeni bilinmeyen olaylar, kargaşalar ve kavgalar korkutucu durumlardır. Ne zaman ki bilinmeyenler aydınlığa kavuşur, bir tehlikenin olmadığı anlaşılır korku da ortadan kalkar. Bunun üzerine şöyle bir hikaye anlatılır;

Geçmiş bir zamanda ülkenin birinde bir Sultan, bir deniz yolculuğuna çıkar. Gemide maiyetindeki seçme adamlar vardır. Karadan uzaklaşırlar, açık denizlere doğru yol alırlar.

Yolcuların arasında ömrü boyunca deniz görmemiş, yaşamını dağlarda ovalarda geçirmiş birisi varmış. Uçsuz bucaksız deryayı görünce paniklemiş. Geminin ambarına inip bir köşeye çekilmiş, ağlamaya sızlanmaya başlamış. Yemek yemeden, uykudan elini ayağını çekmiş.

Diğer yolcular onu yatıştırmaya çalışıyormuş, yolculuğun tehlikeli bir şey olmadığını anlatıyorlarmış, ama kime söylüyorsun. Adamın çığlıklarından o güzel yolculuk işkenceye dönmüş.

Sultan gemiyi limana geri döndürmeye hazırlanırken bilge birisi yanına gelmiş. “İzin verirseniz onu sakinleştirmeyi denemek isterim” demiş. İzinin ötesinde bunu başarırsa kendisine iyi bir ödül verileceği yanıtını almış.

Bunun üzerine bilge adam gemideki huzuru bozanın denize atılmasını söylemiş. Böylece kargaşanın sona ereceğine sevinen mürettebattan bir kaç kişi çırpınan adamı alıp denize fırlatmışlar. Suyun içinde batıp çıkan, tuzlu su yuttuktan sonra, bilge adamın emri gereği gemiye yeniden alınmış.

Gemiye tekrar çıktığında ağlayıp sızlanmayı kesmiş. Yolculuğun geri kalan kısmını hiç şikayet etmeden sessiz bir şekilde devam ettirmiş. O ana kadar farkına varmadığı denizin güzelliği ve gökyüzünü, hayatında gördüğü en güzel görüntü olduğunu söylemiş.

Bilinmeyenden korkmak yerine onu tehlikeye girmeden  anlamak, öğrenmek zarar gelmeyecek önlemleri almak, sonra da ondan yararlanıp keyfini sürmek gerekir.

Kaybetmek korkusuyla yaşamaktansa onsuz yaşamanın hazırlıklarını yapmak, kendini alıştırmak, sahipken de değerini bilip mutlu olmak gerekir.