Yirmi beş yıldır Ulu Önder Atatürk’ün “Benim Kentim” dediği Yalova’da yaşıyorum. İlk geldiğim 1990 yılında kültür düzeyi yüksek emeklilerin oluşturduğu, sosyal ve uygar yapısıyla, İstanbul’a bağlı, doğanın her yönden cömert davrandığı şirin bir ilçeydi.

Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde bir  “İl olma Yarışı” başlatıldı. O zaman da onaylamadığım, siyasi bir yatırım olan bu girişim sonuçlandı ama bence Yalova’ya pozitif yönde fazla bir şey getirmedi. Sadece bürokrat sayısı ve nüfus arttı. Eski sade ve sakin yaşam yavaş yavaş yok oldu.

Deprem sonrası fiziksel olarak çabuk toparlanıldı. Kenti terk etmek zorunda kalanların hemen hemen hepsi geri döndü. Ayrıca beraberinde yeni göçmenlerde getirdi.

 Yıkılan binaların yerine ve diğer boş alanlara daha gösterişli yenileri yapıldı ve yapılıyor. Kent hızla büyüyor. Sadece estetik görüntülü binalarla çağdaş olunmuyor. Bunu bozan görüntülerden, aslında giderilmesi çok da zor olmayan iki ayrıntıyı Sn. Belediye Başkanımızın dikkatine sunmak istiyorum.

Birincisi kapalı pazar yeri. Kendilerinin de katılacağına inandığım, projesiyle, yapımıyla, görüntüsüyle çok kötü bir durumda. Yapımcı firma ile yargı süreci devam ediyor ki, iyileştirici yönde hiçbir çalışma yok.

Haftanın üç günü burada pazar kuruluyor. Yoğunluk cumartesi günleri ve öğleden sonraki saatler. Başkandan rica ediyorum, zaman ayırıp o saatlerde gelip içeride bir dolaşsa on dakika dayanabilecek mi acaba. Açık hava pazarlarından gelme ilkel bir alışkanlık, bir bağrış, bir çığrış. Kapalı pazar alanının tavanı zaten basık, ses yankılanarak çoğalıyor. Kimin ne sattığı, ne dediği belli değil.

 Be Adam ! öyle bağırmakla, ona bağırmak da denmez başka şey denir, müşterin artıyor mu? Benim gibiler senden uzaklaşıyor. Tezgahına sattığın malı sermişsin, en güzel görünümü vermişsin. Mostralar önde ıskartalar arkada. Etiketi de koymuşsun. Her geçen görüyor. Alışverişe gelen sana değil alacağı mala bakıyor. Bağırmana ne gerek var?

Bunların esnaf odası var, başkanları var. Bu kanaldan Pazar içinde yüksek sesle bağırmak yasaklanamaz mı? Dörder beşerli gruplar halinde dolaşan zabıtalar var, zabıta noktası var. Aksine hareket edenlere caydırıcı cezalar uygulayarak bu çirkin görüntü ortadan kaldırılabilir umudundayım.

Alt katta köylü pazarı var. Ama bomboş. Nereye gitti o eski köylü pazarcılar. Üstte katlı otopark var. Orası da boş. Çınarlı Parktan İDO önüne kadar yol boyunca park yasağı levhaları olduğu halde çoğu yerde araçlar çift sıra duruyor. Bunlar otoparka yönlendirilemez mi? Böylece yoldaki trafik de rahatlar.

İkinci bir ayrıntıya da kısaca değinelim. Yaya kaldırımların dükkan sahiplerinin kullanımına sunulması. Daha önce de Yalova’da yaya olmanın zorluğunu dile getiren yazılar yazmıştım. Dikkate alınmadı.

Yeni dönem belki düzelir diye bekledim. Daha da arttı. Birkaç örnek vereyim. İsmet Acar caddesinde bir kasap, dükkanının önünde kömürde piliç çeviriyor. Yoğun araba akışının yarattığı egzoz  gazı kirliliğine kömür zehri de karışıyor. Yanındaki dönerci masaları atmış yayalar nereden geçerse geçsin.

Aynı cadde de bir bakkal mı manav mı belli değil Orta Sokak’a dönen köşede. Zaten dar olan yaya kaldırımına sebze meyve kasalarını dizmiş. Ancak bir kişinin geçebileceği bir boşluk bırakmış.

Cumhuriyet Caddesinden İstanbul Caddesine dönülen köşe yaya ve araç akışının en yoğun olduğu yerlerden biri. Yaya kaldırımın yola bakan yanı demir parmaklıkla perdelenmiş yayalar yola inmesin diye. Köşe başındaki dönerci parmaklık boyunca masalarını dizmiş. Yayaların yola inmemesine yardımcı olmuş. Pes yani.

Gazipaşa Caddesi girişindeki dönercilerin önü de yayaların elinden alınan en son alan.

Belediye buralardan belli bir para alıyor. O parayı başka yerlere harcanan fuzuli harcamalardan kısarak sağlasa bizleri de rahatsız etmese olmaz mı?  Örneğin olur olmaz nedenlerle bilbordlara yapıştırılan afişler çok mu gerekli?