Muayenehanemde karşımda oturuyordu. Altmışlı yaşlardaki bu hastam ile yılların getirdiği bir samimiyet oluşmuştu aramızda. Adeta bir gönül köprüsü inşa etmişti geçen yıllar... Kendisini iki defa mesane kanserinden ameliyat etmiştim ve immünoterapisini de yapmıştım.. Eşi de kendisine her defasında refakat ederdi. Gerçek ismini vermeyeceğim...Onun yerine ona ''Nuh Amca'' diye takma bir isim koyalım....Köyüne de asıl ismi yerine 'Hamiç' diyelim...Bu yüzden ona espri anlamında hep 'Hoş geldin Hamiçli Amca' diye hitap ederdim. O da tebessüm ederek bu hitaptan hoşlandığını belli ederdi. Saçı kısmen dökülmüştü. Kırmızı burnu adeta bir havucu andırıyordu ve süs gibiydi. Ön dişleri seyrekti. Hani bizim orada 'dişlek' diye tabir edilen bir görüntüye sahipti. Şen, şakrak ve esprili konuşma onun kişiliğinin bir parçası olmuştu adeta... Birgün bir de gaf yapmıştım hatta. Konuşurken söz döndü dolaştı 'bol keseden atma'ya gelince ben de benzetme yapmıştım. 'Aynen kamyon şoförü gibi palavradan sıkıyordu' dediğimde Nuh Amca birden gülüp yüzüme anlamlı anlamlı bakmıştı. Baltayı taşa vurmuşum meğer! Gülerek 'Biliyon mu ben de 30 sene kamyonda direksiyon salladım.  İlkokul mezunuyum, amma hayat mektebinde okumuşum!' Cevabım gecikmiyor: 'Nuh Amca her sepette çürük elma bulunabilir, sen sağlam elmasın...Üzerine alınma' dediğimde mesele kapanmıştı. Zaten haddime değildir insanları sınıflandırmak. Neyse...

          Yalova depreminde eşini kaybedip adeta 'yetim' kalmıştı Nuh Amca... Evlenmek istiyordu haliyle. Biz başa dönelim.

          Hal hatır sorma faslından sonra şikayetlerini sormama fırsat kalmadan Nuh Amca atağa geçiyor. 'Ee gayri hep hasta olarak gelecek değiliz ya...Bu sefer başka bir iş için geldim sana. Ama hayır demeyeceksin!' Göz göze geliyoruz. Şaşırmıştım. 'Nedir hayrola, hele bir anlat bakalım. Elimden gelen yardımı yaparım!'

          Koltukta öne doğru eğildi. Kafasını kaşıdı ve bir süre düşündükten sonra bakışlarını bana çevirip konuşmaya başladı. 'Biliyorsun gemi iskeleye yanaşacak. Yani bir göçmen kadın buldum!' 'Hayırlı olsun' diyorum. 'Tamam da istiyorum ki malı mülkü garantiye alayım. Zira bu kadın benim malıma mülküme geliyor!'  Ben de evet anlamında başımı sallayıp onaylıyorum. Devam ediyor: 'Biliyorsun bir oğlum, bir de kızım var. Oğlan mirasyedinin biri. Ticarette hep zarar etti. Ona güvenmem. Enişte de zaten güvenilmez biri!' Ben hep dinlemedeyim ve kafam allak bullak...Acaba sonunda ne gelecek  diye düşünüyorum. Nuh Amca şimdi de adeta mal beyanında bulunuyor. 'Yalova'da iki dairem var. Orhangazi'de de bir dükkan...İznik gölünün kenarında 22 dönümlük arazi...Fabrika yeri için İstanbul'dan alıcılar geldi, satmadım!'

          'Nuh Amca Allah daha çok versin. Bayağı da dünyalığın varmış. Hani parayla imanın kimde olduğunu bilemezsin' diye takılıyorum. Gülüyor ve asıl maksadını söylüyor... 'Düşündüm taşındım, seni uygun gördüm. Gel şimdi hemen notere gidelim. Malımı mülkümü sana satış yapayım. Bir süreliğine senin üzerinde kalsın!' Hiç beklemediğim bir teklif! Şaşırıyorum. İçimden de diyorum ki 'beni deniyor galiba!'

          'Nuh Amca yine o şakalarından birini yaptın!' diyorum... 'Hayır' diyor, 'vallahi ciddi söylüyorum!' Koltuğumda geri yaslanıp derin bir nefes alıyorum..'Bu çok ağır bir yük...İçinde kul hakkı var!' Omuzlarımı işaret ediyorum: 'Bu omuzlar bu yükü kaldıramaz!' diyorum. Israr ediyor. 'Nuh Amca oğlun gelip beni ayaklarımdan vurur vallahi!' diyorum.. 'Bunca serveti bana yedirirler mi hiç!' Bana cesaret veriyor..'Rahat ol, hiçbir şeycik olmaz!' 'Sen öyle de...Çok şeycik olur!' diyorum.

          Baktım olacak gibi değil, bari caydırma yoluna gideyim dedim. 'Peki yarın öbürgün sana rest çekersem! Hiç düşünmedin mi?Hani insan oğlu çiğ süt emmiştir' diyorum. Başını kaşıyor.. 'Ee biz de insan sarrafıyız. Bu saçları değirmende ağartmadık!' diyor.

          Baktım kurtuluş yok. Son atağımı yapıyorum. 'Bari bana bir hafta süre ver, düşüneyim!' diyorum.

          Muayenehaneme bir hafta sonra geldiğinde kararımı soruyor heyecanla. Olayı soğutmak için düşünme zamanı istediğimi nereden bilecek ki! Derin bir nefes alıyorum ve mahcup bir ses tonu ve vücut dili ile kararımı bildiriyorum... 'Nuh Amca ben bu yükü ve sorumluluğu ne yazık ki yüklenemeyeceğim; kusuruma bakmazsın inşallah!'  Muhatabımın yüzünde tikler beliriyor. Hayal kırıklığına uğradığı belli. Bir süre hiç bir şey söylemiyor. Kafasını kaşıyor. 'Canın sağ olsun.. Ne yapalım. Daha fazla ısrara lüzum yok!' diyebiliyor ancak.

          Vedalaşıp ayrılıyor. Aylar sonra sokakta rastlıyorum. 'Can yoldaşı buldum, işte bir nefes!2 diyor. İki sene sonra vefat ettiğini duyuyorum komşusundan. İnsanlara elimden geldiğince iyi davranmaya çalıştığımdan etrafımda belli bir sevgi halesinin oluşmuş olduğunu söyleyebilirim.

          Orhangazi'den bir ahbabım arıyor. 'Abi bu haafta sonu İznik gölünün kenarında misafirimsin. Bir et ziyafetine davetlimsin!'  Murat bu jestleri bana sık sık yapar. Gönül zengini bir insan. Oğlumu da alıp gidiyorum. Sürpriz yapmış bana. Önce halı sahaya gidip maç yapıyoruz. Sahipleri ile de tanıştırıyor beni. Oradan İznik gölünün kenarındaki güzel bir lokantaya gidiyoruz. Halı sahanın sahiplerinden başka iki kişi daha var masada. Sohbet koyulaşıyor. O arada uzakta bir köyü görüyorum ve soruyorum... 'Hamiç köyü buraya yakın mı?' Masadakilerden birisi sorduğum köyü gösteriyor. Soruyor: 'Neden sordunuz o köyü?'  'Oralı bir Nuh Amca vardı da.. Hastam olur!' Sonra o satış işini anlatıyorum. Adam şaşırıyor. Meğer bu arkadaş Nuh Amca'nın yıllarca muhasebeciliğini yapmış. Mal varlığı bildiğimden daha da çokmuş meğer. Ama kimseye de satış göstermediğini söyledi. 'Başkası olsaydı balıklama atlar ve adamcağızı zor durumda bırakabilirdi!' diyor.

          Düşünüyorum da yani şu fani dünyadaki herşeyi bir gün bırakıp gitmiyor muyuz? Hırsa değer mi?