“ Hikâye edilir ki, diktatörlükle yönetilen bir ülkede, insanlar despotizmin en ağır koşulları altında yaşıyorlarmış. Baskı o dereceye ulaşmış ki, omurgasızlaştırılan insanlar hemen hiçbir konuda konuşamaz, günlük yaşayışlarını ‘evet’ ve ‘hayır’ kelimeleriyle sürdürür olmuşlar. Bazıları ise yakınlarının ve çevredekilerin başlarına gelenlerden ürkerek ‘evet’ ve ‘hayır’ı da kullanmaz, tüm işlerini kafa hareketleriyle yürütürmüş. Gün gelmiş, dayanılmaz hâl alan bu duruma ülkenin seçkin bir üniversitesinde görev yapan bir matematikçi itiraz etmeye karar vermiş; devlette görev yapan hatırı sayılır tanıdıklarını devreye sokarak despottan bir randevu almış ve kararlaştırılan gün ve saatte devlet konağına gitmiş.
  Matematikçi, kısa bir takdimin ardından konuya girerek ülkedeki mevcut durumu özetlemiş ve “Özgürlük istiyoruz” demiş. Despot, matematikçinin bilim kamuoyundaki seçkin yerini, samimiyetini, aracı dostlarının hatırını da dikkate alarak onu dikkatle dinlemiş; sözü bittikten sonra “Bu ülkede her bireyin tüketemeyeceği sınırsız bir özgürlük var; ancak kişiler bu özgürlükleri kullanmayı bilmiyor. Öte yandan özgürlük bizatihi sınırlılıktır.” diyerek cümlelerini tamamlamış. Matematikçi “Nasıl olur?” diye sorayazmış ki despot “ Bunu sana kanıtlayabilirim. Bunun için senin dilinle konuşacağım. Benim için özgürlük şu eşitliğe eşdeğerdir: ( “?”=100). Şimdi evine git ve bana bu eşitliği yorumla, sonucu da bizzat sen getir” demiş. 
 Matematikçi evine dönünce masasına oturmuş ve ülkesindeki siyasi dili de dikkate alarak kendisine verilen eşitlik üzerine düşünmeye başlamış; uzun süren gece ve gündüzlerden sonra despotun amacını anlamış; anladıklarını da bir kâğıda yazmış: Eşitliğin sağ tarafı sabittir; değişmez; bu nedenle ‘sağ’ muhafazakârdır. Her dini, ilmi, siyasi, vb. görüş esas itibarıyla bir sabiteye sahiptir. Ancak bu sabite, sol taraftaki işlemlerle tahsil edilir. Sol taraftaki işlemlerin basitten karmaşığa dizilişi bir ülkedeki özgürlüğün genişliğini ve derinliğini verir. Fakat işlemler ne kadar karmaşık olursa olsun amaç eşitliğin sağ tarafındaki her değişken yasaktır. Bu nedenle ‘sol’, işlemi ‘sağ’ı verecek biçimde örgütlemenin adıdır; dolayısıyla sol, derin muhafazakârdır. Örnek olarak, basit despotizmde eşitlik “50+50=100”dür; biraz gelişmişinde ise, meselâ ¼1000-1/2[300]=100”dür; biraz daha gelişmişinde ise, meselâ 3(5/8[64]+1/4[100])-(1/8[440]+2/3[60])=100 elde edilir. Kısaca doğal, ta, rasyonel ve reel sayılar kümeleri içerisinde dört temel aritmetik işlem, üs ve kök hesaplarıyla, eşitliğin solundaki sabit değeri verecek biçimde sınırsız işlem yapma imkânına sahibiz. Çok daha karmaşık bir despotizm istiyorsak aritmetikten cebire geçebiliriz; o zaman denklemi eşitliğin solundaki sabiteyi verecek örgütleriz ki bu konuda da tüketemeyeceğimiz değişkenler bulabiliriz. Aritmetik nicelik ile cebirsel nicelik hoşumuza gitmiyorsa geometrik niceliği devreye sokar, meselâ bir kenarı on birim olan bir karenin alanını hesaplayarak yahut diğer hendesi şekilleri, parabol, hiperbol, elips gibi koni kesitlerini kullanarak sabitemizi elde edebiliriz. Çok ama çok daha karmaşık bir sistem arzuluyorsak, meselâ analitik geometriden, integral ve diferansiyel hesabın çok daha gelişmiş tekniklerinden istimdat edebiliriz. Kısaca, eşitliğin sol tarafı için sınırsız değişken üretme imkânımız var; demek ki özgürüz; ancak tüm bu değişkenleri sağ taraftaki eşitliği, sabiteyi verecek biçimde örgütlemek zorundayız. Tam bu noktada şu sorulabilir: Eşitliğin sağ tarafındaki değer değil de sol tarafındaki verilse ne olur? Bu sorunun yanıtı açık: Tek bir işlem imkânımız var!
 Matematikçinin despotun verdiği eşitlik üzerinde yaptığı yorum günlük dile çevrilirse şöyle bir sonuç ortaya çıkar. İster dini, ister ilmi, ister siyasi vb. olsun her bakışın, görüşün eşitliğin sağ tarafında bulunan sabitesi/sabiteleri vardır. Zaten tüm görüşlerin nihaî amacı, eşitliğin sağ tarafındaki –kendilerine has- değeri/değerleri elde etmektir. Görüşlerin dar veya geniş, sığ veya derin olma özellikleri, eşitliğin sol tarafı için verdikleri işlem imkânıyla ölçülür. Bunun ötesinde tüm görüşler bir sabiteye/sabiteler göre yol alırlar; başka türlü söylersek her görüş kapalı bir aralıktır; bu kapalı aralıktaki işlem hacmi ulaşılmak istenen değer/değerlere kayıtlıdır ve bu kuralın istisnası bir görüş şimdiye değin olmamıştır, şimdi de yoktur, gelecekte de olmayacaktır. Çünkü hayata ilişkin her içtimaî düzen, tıpkı Evren’deki düzen gibi, ne kadar değişken olursa olsun kuralını/kurallarını içkindir. Tarih boyunca bir görüşün diğer bir görüşü özgürlük açısından eleştirmesi, sabitesi/sabiteleri cihetindendir; verdiği işlem imkânı cihetinden değil; çünkü dile geldiği üzere, hiçbir görüş kendi eşitliğini bozacak işlem imkânı vermez, vermemiştir, veremez de. Bu nedenle görüşler arasındaki farkı yaratan, sol taraftaki işlem çokluğudur ki bu yalnızca nicelikseldir, nitelikte bir değişme yaratmaz. Öyleyse bir görüş içindeki özgürlük, sürekli aynı sabiteyi/sabiteleri tahsil eden niceliksel bir tatmindir, daha fazlası değil. Öte yandan her görüş için özgürlük diğer görüşleri eleştirirken anlamlıdır; kendini eleştirirken ise tehlikelidir. Nitekim eşitliğin sağ tarafındaki değeri değiştirecek biçimde sol tarafta işlem yapmak, her görüş için isyandır; yeni bir eşitlik elde edecek hareket için ise devrimdir. Ancak her devrim kendi sabitesini/sabitelerini yaratır, kendi denklemini, eşitliğini kurar ve mensuplarına, yen, eşitliğin sağ tarafındaki değeri/değerlerini verecek biçimde sol tarafta işlem yapma imkânı tanır.
  Matematikçi, despotun verdiği işlemin hem kendi mesleki dili, hem de günlük dil açısından yorumunu yaptıktan sonra kâğıda şu cümleyi yazar. “Doğrudur! Bir dairede çapın sayısal değeri ne kadar değişirse değişsin –ki bu özgürlüktür- çevre ile çapın oranı, demek ki pi sayısı sabittir. Her görüşün bir pi sabiti vardır; hiçbir görüş bundan azade değildir. Ancak pi sayısı meşruiyetini dairenin tanımından alır. Bu tanıma göre bir noktaya eşit uzaklıktaki noktaların oluşturduğu eğri, dairedir. Dolayısıyla bir daire çizilirken pergelin bir ayağı bir noktaya (merkez) sabitlenir; diğer ayağı ise istenilen miktarda açılır; sonuç pi sayısını verir; böylece dairenin varlık şartlarının doğurduğu meşruiyet, pi sayısına da meşruiyet sağlar. Sonuç olarak sorun, eşitlik, eşitliğin sol tarafındaki işlemler ve sağ tarafındaki sabite değil; her birini mümkün kılan varlık şartlarının meşruiyetidir. Sabiteye/sabitelere meşruiyetini veren nedir? Bunları kim, niçin vazeder ya da bu hakka nasıl ve neden sahiptir?”
 Tarihte ve günümüz dünyasında meşruiyetin güçle belirlendiği bir gerçektir. Bu gücün mitolojik, dini, askeri, iktisadi veya siyasi olması sonuca ilişkin bir farklılık yaratmaz. Sabiteyi/sabiteleri belirleyenler, eşitliğin sol tarafındaki işlemleri de bu sabiteyi verecek şekilde kontrol ederler; adına da özgürlük derler. Evet! Ortega y Gasset’in “İnsanın bir doğası yoktur; tarihi vardır” deyişi meşruiyeti, tarihi kontrol edenler verir. Bize göre ise insanın bir doğası yoktur ama bir fıtratı vardır; bu da insan olmalıktır. Bu deyiş de meşruiyeti insana verir. Öyleyse despotun eşitliği [ “?” = İnsan] olarak düzenlenir; sabite Hz. İnsan olarak alınırsa ve tüm işlemler onu verecek şekilde örgütlenirse meşruiyet sorunu da çözülmüş olur. Gerisi özgürlük üzerine güçlülerin anlattığı bitmeyen manipülatif bir masaldır.
*İhsan Fazlıoğlu’nun “Kendini Aramak” adlı kitabında anlatılır.