İnsan denen canlı varlık yapı olarak ruh ve beden olmak üzere ikiye ayrılır.

Beden sağlığının korunması, kontrolü ve bakımı devletin hizmete sunduğu hastane ve tıp merkezleri ile özel sağlık kuruluşlarınca yürütülmektedir. Ayrıca yine devlet, sağlığı olumsuz etkileyecek her türlü uygulamayı önleyici yasal düzenlemeler yapmakta, aksi davranışları cezalandıran yaptırımlar getirmektedir.

Diğer yandan beden sağlığı kadar önemli olan ruh sağlığı için benzer uygulamaların ne yazık ki yeteri kadar olmadığını hatta hiç olmadığını görmekteyiz.

Aksine toplumun ruh sağlığını bozucu olayları her gün sıkça yaşamaktayız. Ben olayların çıkış nedenlerinden çok, bunların topluma yansımasında aracı olan medyanın üzerinde durmak istiyorum.

Medyayı görüntülü ve yazılı olmak üzere iki bölümde ele alabiliriz. Bilindiği üzere yazılı medyayı gazete ve dergiler, görüntülü medyayı ise televizyon kanalları oluşturur.

Sabah kalkıp gazeteyi elinize alır, ön sayfadaki manşetlere göz gezdirdikten sonra gazeteyi açarsanız, karşınıza üçüncü sayfa çıkar ki felaket. Tam bir kan gölü. Yaralamalar, cinayetler, kavgalar, kazalar, ölümler. Son yıllarda gittikçe artan, kadına uygulanan şiddet olayları. Mutlaka bunların her biri birer haberdir ve basının görevi de bunları vermektir. Ama veriliş biçimine bakınca, insanın kanını donduran abartılı görüntülerle karşılaşıyorsunuz.

Bir yanda olay kurbanları genç kız ve kadınların boy boy, yaşam dolu fotoğrafları, öte yanda yaşam öyküleri. Daha fazla ayrıntıya girip sizlere tekrar aynı bunalımı yaşatmayayım.

Bunları böyle vermenin anlamı ve gereği var mı? Ne kazandırıyor? Caydırıcı mı yoksa başkalarına, ruh hastalarına örnek teşkil edecek etkisi mi var?

Düzenli her gün gazete giren ev sayısı çok az. Fakat hemen hemen her evde bir hatta bazı evlerde iki televizyon var. Okuma özürlü insanlarımız televizyon başından kalkmıyor. En ince ayrıntısına kadar bakarak etkileniyor.

Söz konusu ettiğimiz olaylar televizyonların haber bültenlerinde canlı olarak veriliyor. Hem de en kanlı ve ürkütücü görüntüleriyle. Trafik kazalarında hurdaya dönmüş araçlar, yerlerde üstü örtülü cansız bedenler, ambulanslara taşınan yaralılar. Cenazelerde feryat eden bağrı yanık analar, bacılar, eşler. Mobese kameralarının çektiği korku filmlerini anımsatan kazalar. Haber okunurken görüntüler defalarca, döne döne ekrana veriliyor. Yakında futbol maçlarındaki tartışmalı pozisyonları ağır çekimde verdikleri gibi verirlerse şaşmam.

Ayrıca izleyicisi bol kanalların sabah ve akşam öncesi kuşaklarında ünlü sunucuların, hafiyeliğe soyunduğu programlar var. Kayıpları arıyorlar, cinayetleri aydınlatmaya çalışıyorlar. Otuz kırk yaşına gelmiş koskoca insanlar esas ana babalarını arıyor. Aile içi ve aileler arası anlaşmazlıklar, kamera önünde kavgalar, karşılıklı hakaretler ve hatta küfürler. Çoğu zaman konuşmaların bazı bölümleri bipleniyor. Gerilimli saatler. Bazı programların sunucularının da ruh sağlıkları pek normal değil.  Bunlardan birisi şarkıcılıktan bu programlara transfer oldu, programına konuk olan kişiyi seyircilere “Bu kadar güler yüzlü bir katil gördünüz mü?” diye sunmuştu.

Psikologlar, psikiyatrlar, toplum bilimciler oturup bu konuyu tartışmalı. Bu programlar yararlı mı, zararlı mı? Yasak getirilmesi basın özgürlüğünü zedeler. Ancak kanallar kendi aralarında bir konsensüs sağlamalı.

Ben gazetelerin üçüncü sayfalarını atlıyorum, televizyonlarda o tür haberlerde  kanal değiştiriyorum. Size de öneririm.