Hürriyet Gazetesi ile tanışmam 1950’li yıllarından başına gider. Ortaokul son sınıf öğrencisiyim Hareketli bir Anadolu kasabası olan Bozüyük’te yaşıyoruz. Buradan hergün saat 18.30’da İstanbul’dan kalkan ve güneydoğu’ya giden bir posta treni geçer. Özellikle lyaz günlerinde insanlar akşamüstü o saatlerinde, şehir içinde olan istasyona gelirler parkta otururlar hat arası peronlarda gezinirler.

Bu trenin bir özelliği vardır. O gün, İstanbul’da çıkan gazeteleri, sabah hareket etmeden önce alır, yol boyunca dağıtır. Bizim gazete dağıtıcımız treni bekler, posta vagonundan gazeteleri alır, bir kenarda paketleri açar. Bekleyen okuyucular gazetelerini alıp evlerine giderler.

Ben de çekirdek paramı harcamam, ya beş ya on kuruştu, bir gazete alırdım. Bu çoğunluğun aldığı HÜRRİYET olurdu. İsmi üste gelecek şekilde katlar, “ben de hürriyet okuyorum” der gibi eve giderdim.

Sonraki yıllar yüksek öğrenim için Ankara’da iken öğrenci lokalimizde başka gazeteler de vardı. Sedat Simavi’nin Hürryet’inin yanında Ali Naci Karacan’ın Milliyet’i, Nadir Nadi’nin Cumhuriyeti, Ahmet Emin Yalman’ın Vatan’ı. Bunları okuyabilmek için sıraya girerdik.

Evet o yıllarda gazeteler sahiplerinin adları ile anılırdı. Onların her birisi gerçek gazeteci idi. Hergün başmakaleleri yayınlanırdı. Yazarlar örneğin Abdi İpekçi Milliyet’in Uğur Mumcu Cumhuriyet’in ayrılmaz parçaları idi.

Bir de son sınıfta çıktığımız yurt gezisinde, İstanbul’da ziyaret ettiğimiz hürriyet gazetesini anımsıyorum. Cağaloğlu’nda yeni bir bina. Bizler birer teknik Öğretmen adayıyız ya baskı tesislerini merak ediyoruz. Modern makinalar, bir taraftan kağıt giriyor, öbür taraftan gazete çıkıyor. Bizi gezdiren en son yenilik (tele-foto) uzaktan fotoğraf alma tekniği hakkında bilgi veriyor. O fotoğrafları çizgiler halinde pek de net olmayan haliyle görüyorduk. Benim branşım elektrik, bu yüzden anlatılanları can kulağı ile dinliyorum.

Aradan uzun yıllar geçti. O gerçek gazeteci olan gazete sahipleri birer birer yaşama veda etti. Bir süre Simavi’lerin, Karacan’ların çocukları bu işi devam ettirdiler. Daha sonra ne oldu, nasıl oldu, bir baktık sizler çıktınız. Gazeteci olmayan, belki dilekçenin dışında yarım sayfa yazı yazmamış sermaye sahipleri.

Gazeteleri satın aldınız. Özel Tv lara izin çıkınca o kanallara da el attınız. Bir Medya patronluğu oluştu. Sizin de hürriyet, Milleyet başta olmak üzere bir çok gazeteniz ve Tv. Larınız oldu.

Başlangıçta patronlar, paralarının ortaya koyup gerisine pek karışmıyorlardı. Yayınları yine profesyonel gazeteciler gerçekleştiriyordu. İnsanlar maddi olanaklar sayesinde gerçek ve yansız haberleri en hızlı şekilde alabiliyor, kaliteli baskılar okuyucu sayısını arttırıyordu.

Yine bir zaman geçti. Önceleri de olmadı değil. Ancak en fazla AKP döneminde ve özellikle günümüzde, iktidara muhalif haber ve yorumlar ne kadar doğru ve gerçek olursa olsun. Birilerinin rahatsız eder oldu. Bunların susturulması isteniyordu.

En ağır baskıları da siz yaşadınız. Şirketleriniz sıkı takibe alındı. Rekor vergi cezalarına çarptırıldınız. İktidar ve çıkar çevrelerinin işine gelmeyen pek çok kalemleri susturdunuz. İşlerinden, aşlarından ettiniz. Yine de yaranamadınız. O kapı dışarı ettiğiniz omurgalı gazeteciler okuyucularıyla bir yerlerde yine buluştu. Seslerini duyuruyorlar.

En son hürriyet’teki istifa veya işe bon vermeler gösterilor ki, baskılar bitmedi ve bitmeyecek. Ta ki, bazılarına batan sivri uçlar yok edililinceye kadar.

Şunu unutmayın ki, bir gazetenin, gerçek sahibi okuyucularıdır. Milliyet bir örnek. Yazarlarının kaybettikçe trajı düştü. Onu sattınız kurtuldunuz. Bugün öyle bir gazetenin varlığından bile kimsenin haberi yok.

Yılların amiral gemisi Hürriyet’i bu duruma düşürmeyin. Ya iş adamlıağı, ya gazete patronluğu, ikisinden birini seçin. İş yaşamınızda yasa dışı bir uygulamanın olduğuna ihtimal veremiyoruz. Dayanabildiğiniz kadar dayanın. Bırakın yazarlarınız seslerini hür ve gür çıkarsınlar. Onlar kendileri kanıtlamış, doğrudan ayrılmayan yıllarını bu işe adamış saygın kişilerdir.