İnsan yaşamı tüketim ve üretim unsurları üzerine kurgulanmış. Dünyaya merhaba diyen bebek yaşama nefes almakla başlıyor. Nefes aldığında temiz havayı ciğerlerine çekiyor. Sonra dışarı veriyor. İşte o sırada ilk tüketimini yapıyor. Temiz havadaki oksijeni alıp, gerisini atıyor. Bu son nefesine kadar sürüyor.

Bir sonraki aşamada hareket etmeye başlıyor. Daha yürüyemiyor ama el ve ayaklarını kullanıyor. Bunun için enerjiye gereksinimi var. Enerjiyi nereden sağlayacak? Alacağı besinlerden. Süt içiyor su içiyor. Bir yaşına doğru katı besinler de yemeye başlıyor.

İnsan sadece yiyecek ve içeçek tüketmez. Giyim kuşamdan tutun evde işyerinde kullandığı araç ve gereçlere kadar çeşitli malzemeleri tüketir.

Yetişkin yaşa gelen insan bu defa geçimini sağlamak için çalışmaya başlar. Bunun sonucuda bir şeyler üretir. Artık, tüketirken üretmeye de başlamıştır.

İnsanları tüketim ve üretim açısından üç gurupta toplayabiliriz. Üretmeden tüketenler, hem üretip hem tüketenler ve tüketmeden üretenler deneyelim de ürettiğinden çok az tüketenler.

Birinci guruba çocuklarla çalışamayacak durumdaki yaşlı ve hastaları koyabiliriz. Bunlar haklı olarak kendileri bir şey üretmeden, başkalarının ürettikleri ile yaşamlarını sürdürmek için tüketirler.

Çocuklar yetişkin yaşa geldiklerinde haliyle üretime katılacaklardır. Yaşlılardan ise geçmişlerinde bu görevlerini yeterince yerine getirenler çoğunluktadır. Bu gurupta bir de üretmeden tüketen farklı birileri daha vardır. Onlar hazır yiyiciler, rantiyecilerdir. Çalışmazlar, üretmezler bir yerlerden gelenleri veya hazıra konduklarını sorumsuzca harcarlar. Bunlar toplumun asalakları, kan emicileridir.

Toplumun itici gücü ikinci gurubu oluşturan, hem üretip hem tüketenlerdir. Kendi ürettiklerini başkalarının kullanmasına sunan, onlarla paylaşan bu kişiler böylece sağladıkları gelirle başkalarının ürettiklerinden gereksinimlerini satın alarak tüketici olurlar.

İnsan, emeği sonucu ortaya çıkardığı eseriyle gurur duyar. Hele bunlar başkalarının yararına olan şeylerse ve paylaşılıyorsa mutluluğu artar. Üretici olan tüketirken daha dikkatli olur. İsrafa kaçmaz. Bilir kullandığının bir emek sonucu olduğunu. Ondan son damlasına kadar yararlanır.

Üreticilerle tüketicilerin bir birini dengelediği, emeklerin karşılığının hakça alınıp verildiği yerlerden huzur vardır. Yersiz çıkar tartışmaları yaşanmaz.

Gelelim üçüncülere. Hem üretenler, ürettiklerinin tam karşılığını alamayıp çok az tüketenler. Normal gereksinimlerini karşılayamayacak kadar az tüketenler. Kim bunlar? Tarlada, bahçede çalışan tarım üreticileridir.

Fabrikada çalışan sanayi emekçileridir. Yerin yüzlerce, binlerce metre altından kömür çıkaran madem işçileridir.

Üreticinin yetiştirdiği sebze ve meyvesini üç beş kuruşa alıp misli misli katlayarak pazarlayan aracılar, maliyeti düşürüp karlarını artırmak için işçi haklarından kısıntı yapa patronlar, esas hak sahibi üreticiler üzerinden elde ettikleri kazançlarını hoyratça tüketirler. Hakça paylaşımın olmadığı böylesi sistemlerde ücret tartışmaları devamlı yaşanır. İş barışının olmayışı üretimi olumsuz yönde etkiler.

Bireyler üzerindeki bu analizlerimizi ülkeler ölçeğinde de yapabiliriz. Her ülke her tükettiği şeyleri kendisi üretmez. Üretmediği veya yeterince üretemediklerini başka ülkelerden sağlar, buna dış alım diyoruz. Diğer yandan kendi ürettiğinden gereğinden fazlasını da başkalarına verir. Buna da dış satım diyoruz. Arada denge varsa mesele yoktur. Ama dış alım, dış satımın çok üstünde ise aradaki fark borçlanmayla kapatılmaya gidilir. O zaman da sıkıtılar başlar.         

Biz bunu işin uzmanlarına, ekonomistlere bırakalım. Onlar bu değerlendirmeleri çeşitli platformlarda yapıyorlar, çözüm yollarını arıyorlar.