‘’Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım Gittin artık seni ben nerde bulup nasıl ağlayayım Şimdi ben şifasız kanayan bir yarayım ‘’

Bu üç mısra bile Türkçe'mizin muhteşem yapısını ortaya koymaya yeter de artar bile. Üç satır içinde dünyalar kadar duygu kelimelere dökülüp ölümsüzleşmiştir. Bir de bu mısralara büyük üstat Selahattin PINAR’ın bestekarlık ta ulaştığı mertebenin sihirli nağmeleri dahil olunca ortaya çıkan sanat eseri , sanat tarihimiz içinde altın eserlerimiz arasına girmiştir.

İnsan bu satırları okuyunca bir sevgiliye yakarış gibi bir duyguya kapılıyor, ‘’ aşkıma ‘’ kelimesi ilk anda bir sevgiliyi çağrıştırmaktadır. Fakat eserin hikayesini dinleyince bambaşka duyguların tesiri ile bu satırların yazılmış olduğunu anlıyoruz. Türk Edebiyatında bunun gibi pek çok örnek bulunabilir. Mecaz anlamda kullanılan kelimelerin varlığı ile anlatılmak istenen konu başka hallere bürünebiliyor. Şarkının hikayesini dinleyince insan daha farklı duyguların dile geldiğini anlıyor, şimdi kısaca eserin hikayesini size aktarayım.

Selehattin Pınar’ın babası Sadık bey, Osmanlı Meclisi Mebusanın da Milletvekilidir ve aynı zamanda da İstanbul Üniversitesinin hocasıdır. Bir gün Sadık bey’e arkadaşları sorarlar. - Oğlunuz Selahattin Bey nasıl ? - Sadık bey , ‘’ Selahattin çalgıcı oldu ‘’ cevabını verir. Bunu duyan Selahattin Pınar babasına tepki gösterir ve ‘’ Rica ederim beybabacığım. Ben çalgıcı değil , sanatçıyım ’’. Babasının yanıtı sert olur. - Hastir ! - Selahattin PINAR ‘’ Beybabacığım, bir gün siz benim adımla anılmaya başlayacaksınız. Herkes sizi Selahattin PINAR’ın babası olarak hatırlayacak ‘’. Ve kopuş o kopuş bir daha hiç konuşmazlar.

Aradan seneler geçer Selahattin Pınar sanat camiasının yakından tanıdığı bir isimdir artık ,Atatürk’ün yemekli toplantılarının vazgeçilmez sanatcısıdır.

Bir gün Selahattin Pınar amcası evde ile otururken kapı çalınır ve gelen Atatürk’ün yaveridir . - Beybabanız diye söze başlayınca anlar babasının vefat ettiğini . Amcası ile Selahattin PINAR sabaha kadar karşılıklı ağlarlar ve sabaha karşı işte bu satırlar ve şarkı doğar. ‘’ Gittin artık seni ben nerde bulup nasıl ağlayayım ‘’

‘’ EL ARABİA ‘’

Bu kadar güzel ve güçlü bir Türkçemiz var, fakat bizler Türkçemizi bir yana koyup yabancı kelimelere esir olmaya başladık . Farklı amaçlarla bilhassa günlük dilimiz içinde pek çok yabancı kökenli kelimeler kullanıyoruz.

Tanıtımın demo sunucunun spiker Gösteri adamının showmen radyo sunucusunun diskjokey Hanım ağanın first lady olduğuna şaşıranınız var mı?

Dükkanın store bakkalın market torbanın poşet Mağazanın süper hiper gros market Ucuzluğun damping olduğuna kananınız var mı?

Bu örnekler o kadar çok ki yaz yaz bitmez birde yabancı dillerde yazılmış iş yeri tabelaları şehirlerin dükkanlarının önünü doldurdu. Fatih caddesi sanki bir arap şehri caddesi gibi, dükkanlarının büyük bir kısmının tabelaları arapça yazılı , biz bu caddemizin adını ‘’ EL ARABİA ‘’ olarak değiştirsek yeridir. Gel de Karamanoğlu Mehmet Beyi arama, ta o tarihte bir ferman yayınlamış ;

'’ Bu günden sonra divanda dergahta bargahta mecliste meydanda Türkçe'den başka dil konuşulmaya'’ diye

Nutkum tutuldu şaşırdım merak ettim Dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere Gördüklerine duyduklarına üzüleniniz var mı? İlan tahtasının bilboard sayı tabelasının skorboard Bilgi alışının brifing bildirgenin deklarasyon Merakın uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı? Bir ferman yayınlamıştı... Hayal meyal hatırlayıp da sahip çıkanımız var mı ?