Son 6 yıldır ülkemizin neresine gitseniz karşınıza dili dilinize, kültürü kültürünüze yabancı duran yeni yüzlerle karşılaşıyorsunuz.

Bu Yalova için de böyle.

Hatta Türkiye’nin hangi yerleşim merkezine gitseniz soğu-batı, güney-kuzey değişmeden bu görüntüler değişmiyor. 

Ülkemiz genelinde sayıları çoktan 3.5 milyonu bulan; Yalova genelinde, ya da başka yerleşim yerlerinde  ise sayılarının ne olduğunu kesin sayılarla biklemediğimiz büyük çoğunluğu Suriye’den, bazıları ise diğer Ortadoğu ülkelerinden gelen insanlarla dolu.

Gazetemizin bulunduğu binanın merdivenlerinde gün boyu; kadın, erkek, çoluk çocuk birileri merdivenlerden iniyor ve çıkıyor. Dilimizi bilmedikleri için selamlaşmamız bir-iki sözcükle geçiyor; çoğu kez de acıma duyguları içinde büyük bir yokluk içinde var olmaya direndiğini düşündüğümüz bu insanları yüreğimiz burkularak izliyoruz.

“Kim bu insanlar?”

Tek bir sözcükle “mülteciler”.

“Nereden geldiler?”

“Niçin geldiler?” sorularının yanıtları da çok açık.

Bu insanların hiç birisi kendisi isteyerek buralara gelmedi. Buralarda olmaktan mutlu olmadıkları da kesin. Ancak hem biz, hem de onlar çok iyi biliyorlar ki; bu insanlar en azından “Ortadoğu’daki kirli savaş” bitene kadar buralarda yaşamak zorundalar.

Çünkü; ülkeleri şu anda tam anlamı ile bir cehennem konumunda; can kaygısından başka hiçbir umut yok. Neredeyse hiç birini tanımadıkları ve nereden geldiklerini tam olarak bilemedikleri birileri; kendilerine acı ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen bir savaştan “nemaları”nı almak istiyorlar.

*****

“Bu savaşı Türkiye mi başlattı? “

Hayır!...

“Bu yoksul insanlar mı başlattı? “

Hayır!...

Birileri kendi çıkarları için böyle olmasını istediler; bu savaş başladı ve davam ediyor.

Geçtiğimiz günlerde dünyanın önde gelen 20 devleti Antalya’da G20 Zirvesi’nde bir araya geldiler.

Bu zirvenin tek bir amacı vardı: “Ortadoğu’daki bu kirli savaşın faturasını Türkiye’ye çıkarmak…”

Başardılar da…

Başta dediğimiz gibi, bu kirli savaşta Türkiye’nin neredeyse “tek bir beklentisi bile yoktu; ama sorunlarını çözmek” bizim üstümüze kaldı.

Önerilen 3 milyon avro karşılığında ülkemiz bu ülkenin yaşadığı “insani sorunları” çözmeye aday oldu.

Sonunda “Mehmetçik” Suriye’nin bazı bölgelerimize girip, bu bölgelerde huzuru sağladı.

Daha bu girişimin ne kadar süreceği kesinlik kazanmadı. Her gün gündeme yansıyan neredeyse Avrupa ve ABD’nin birçok ülkelerinin kafa yorduğu bir konu haline geldi. 

*****

Geriye ne kaldı?

İşte şimdi bu sorunun yanıtını herkes bekliyor. Şu ana kadar basına yansıyan “mültecilerin dönüşü” konusunda aldığımız bilgiler minik sayılardan ibaret.

Ancak eğer bu sorun “inandırıcı bir çözüme ulaşırsa” bu sayının da çok ulaşacağını düşünüyorum.

Türkiye bu dönemde dünya basınına kesin bir sunum yaptı:   Suriye konusunda “çözümü yerinde çözmek için kararlı” söyleminiyansıttı.

“Ben varım, buradayım, bu  sorunu çözmeye kararlıyım..”  türü  söylemleri çok açık.

ABD güçleri ise ülkemizdeki üsleri de kullanarak burada askeri hareketini sürdürüyor.

Dikkatinizi çekerim; Rus uçaklarını “sınırımız ihlal etti” diye bombalıyoruz. ABD uçakları kendi ülkemizdeki üslerden kalkarak saldırılar düzenliyor.

Biz de “tarafsız bir siyaset izlediğimizi” daha doğrusu Suriye konusunda taraf olmadığımızı birilerine anlatmaya çalışıyoruz.

“Bu kolay mı?”

Hayıt!...

“Kolay olması bir yana imkansız!...”

Ülkemizin “dış politikası” bana öyle görünüyor ki; kendisini anlatmakta çaresiz kalıyor.

Şimdi gözümüz göreve yeni başlayan hükümette. Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız yerinde duruyor. Bazı bakanlarımız değişti.

Bu “bazı değişiklikler” ne kadar “yeni bir  dış politika getirir” şimdi gözlerimizi çevirdik; alınacak kararları, yapılacak uygulamaları, bunun dünyadaki yankılarını merakla bekliyoruz.

Oysa…

Sokaklara bakıyoruz; “işsiz güçsüz yaşamakta zorlanan mülteciler” bu soruların yanıtlarını değerlendiriyorlar.  

Yokluk, yoksulluk yakalarından dökülüyor.

Hükümetimiz ise gözünü bu sorunun çözümüne çevirmiş,  çaresizlik içinde bekliyor.

Yanlış giden bir şeyler var; bunu yalnız bizim söylememiz yetmiyor.

Ülke olarak bu yanlışları hep birlikte görmek ve çözümünden yana olmak zorundayız.

Kalın sağlıcakla.