Türk Musıkisinin gelmiş geçmiş en büyük saz sanatçısı Tamburi Cemil Bey’dir. Tambur sazının yanında ,Lavta, Kemençe ve Viyolonsel sazlarını da büyük bir maharetle icra kabiliyetine sahipti. Yaşadığı dönemde ses sanatına ait her unsurdan yararlanan Cemil Bey, bunları musikinin gelenekleri içinde yoğurdu. Usta sanatçının özellikle, taş plaklara yaptığı taksim kayıtları, makam, üslup ve tavır açısından büyük önem taşıyor. Türk musikisine yeni bir üslup getiren sanatçı, tek başına halka açık konser veren ilk Türk musikisi sanatkarı olarak da tarihe adını yazdırdı.

Cemil Bey, Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından askere çağrıldı. Askerlik muayenesi esnasında verem olduğunu öğrenen sanatçı, yakın dostu doktor Hamid Hüsnü Bey'in sanatoryumda tedavi teklifini reddederek, yakınlarının tedavi için İsviçre'ye gitmesi konusundaki ısrar ve isteklerini de geri çevirdi. İsviçre'ye gönderilmesi için yapılan tavsiyeyi de kabul etmedi. Hastalık kısa sürede ilerlemiş, önce birinde iken her iki ciğere de yayılmıştı. Nihayet 1916 yılının Temmuz ayının yirmi sekizinci gününü yirmi dokuzuncu günü ne bağlayan gece yarısından sonra eşini uyandırdı: " Vakit geldi yirmi beş sene rindane yaşadım. Öldüğüme teessüf etmiyorum lakin sizin için bâd-ı ızdırap oldum. Affediniz kendinize ve Mesud'a iyi bakınız. ". Diyerek hayata gözlerini yumdu.

Tanbûrî Cemil’in Türk Mûsıkîsine yeni bir uslûb getiren özelliği, yaratıcı bestekâr tarafıdır. Onun, bugünkü bilgi ve şuurumuzla henüz görmeğe başladığımız önemli bir tarafı da gönüllü bir folklorcu olmasıdır. Cemil Halk Mûsıkîsine adetâ âşıktı. O, yenileşme ruhunu eski köklerden aldığı esrarlı kudretle besleyerek sezen ve bu duygusuna zamanın imkân ve vasıtaları içinde âzamî ifâdeyi veren bir şahsiyettir. Cemil Bey, tek başına halka açık konser veren ilk Türk Mûsıkîsi sanatkârıdır.

Tanbûrî Cemil Bey’in tanbur çalış tarzı henüz şekillenmeden önce, eski Tanbûrîlerin icrâsı revaçtaydı. O yıllarda bunların başında Tanbûrî Ali Efendi geliyordu. Eski biçimde tanbur çalma tekniği, bir mızrap darbesinden sonra elde edilen titreşim sırasında mümkün olduğu kadar fazla perde kullanmak ve az sayıda mızrap atmak temeline dayanıyordu. O, ünü yaygınlaştıkça ve icrâsı kişilik kazandıkça tutucu çevrelerin ağır eleştirilerine uğradı. Yüzyıllardan beri devam eden bu icrâ geleneği temelinden sarsılmış, Türk Sanat Mûsıkîsinin bu temel sazı bambaşka bir uslûb kazanmıştı. Dönemin tanınmış Mûsıkîşinasları bu tekniğe açıkça karşı çıktılar. Onlara göre tanbur çalmak bu değildi. Hâlbuki Cemil Bey, bu güzel saza dinamizm ve hareket getiren bir mucitti. Serî mızrap vuruşları ve icrâda hareketlilik, söylenmek isteneni daha kolay söyletiyor, melodik cümleler ifâdesini daha kolay buluyordu. Bu sayede makamlarımızın seyir ve karekteri daha renkli kalıplara dökülebiliyordu. Cemil Bey’in eline geçen bir beste derhâl câzip bir hüviyet alırdı. En adî bir sokak türküsünü, Mustafa Çavuşun kıvrak ve nazlı bir şarkısı haline sokardı.

Cemil Bey’in kemençe çalmağa ne zaman başladığı bilinmiyor. Ancak son yıllarında hemen hemen tamamiyle kemençeye yöneldiğini, tanburu daha az çaldığını biliyoruz. Elde bulunan plâklarından kemençe ile çaldığı parçalar ve taksimler analiz edilecek olursa, titiz ve hakim iki elin aynı ustalıkla kullanıldığı dikkati çeker. Son derece dengeli ve kıvrak bir yay tekniği apaçık fark edilir. Tanbur icrâsında yarattığı o harukûlâde gelişmeyi aynen kemençeye de uygulamış ve bu saza asil bir tavır getirmiştir. Viyolonseli de Cemil Bey’in çaldığı sazlar arasında görüyoruz. Bu sazı ilk defa, kendi melodilerimizi icra edecek bir akord ve kemençe yayı ile çalan sanatkârdı. O yıllarda dönemin kalburüstü sanatkârlariyle düşe kalka lâvta çalmakta da oldukça ustalık kazanmıştı. Lâvtayı tanbur mızrabına yakın bir tavırla çalarak üstün bir teknik düzeyi elde etmişti. Udu pek kullanmamakla beraber, bir gün ısrar üzerine Vasil’in Kürdili-Hicazkâr peşrevini yalnız gerdâniye teli üzerinden

çalmıştı. Beğenerek ve isteyerek çaldığı her Mûsıkî âleti Cemil Bey’in elinde konuşur, emrine girerdi. Yaylı Tanbur’u bulan ve ilk olarak kullanan da Cemil Bey oldu. Tanburu keman ve kemençe yayı ile çalar, aynı kıvraklıkla kullanır, ruhundan taşan duyguları türlü kalıplara dökerek taksimler yapar,

bazen fasıllara bununla katılırdı. Cemil Bey yaratılışı gereği, ısmarlama sanat icra etmesini sevmeyen bir kimse olarak önceleri plâk doldurmayı reddetmiştir. Fakat resmî görevinden ayrılması, yardımcı olan dostlarının gittikçe azalması, para sıkıntılarının başgöstermesi, plâk yapmasını zarûrî kılmıştır.

Başlıca öğrencileri; Tanbûrî Refik Fersan, Fâhire Fersan, Ressam Tahsin Bey, Sâmiye Morkaya, Rahmi Bey’in kızı Nâhide Hanım, Âtıf Esenbel, Şemseddin Ziya Bey, Ziya Hüznî Bey ile iki kızı Müzeyyen ve Sâtıa Hanımlar, Tanbûrî ve Kemençeci Kadı Fuad Efendi, yeğeni Tanbûrî Hikmet Bey, Tanbûrî Kadıköylü Fuad Sorguç, Murad Öztorun’dur. Bütün bunlardan başka her tanbur ve kemençe çalan, Cemil Bey’in manevi öğrencisi olmuştur denebilir. Hattâ diğer sazları kullananlar bile, o yıllarda ve daha sonra Cemil Bey’in tesirinde kalmışlardır.