Türk Müziğinin son klasik bestecisi Hamamizade İsmail Dede Efendiden sonra başlayan Neo Klasik Dönemin öncüsü Hacı Arif Bey olmuştur. Arif bey 1831 yılında İstanbul’da doğdu, küçük yaşta sesinin güzelliği ile dikkat çekti. Dönemin değerli bestekarı Zekai Dede Efendi onu hocası Hamamizade Dede Efendiyle tanıştırdı . Çok geçmeden sesinin güzelliğini duyan dönemin padişahı Sultan Abdülmecid Han onu Muzıkayı Hümayun’a aldırdı. Sarayda musıki hocası Haşim beyden dersler aldı.

Abdülmecid Han , Arif beye büyük yakınlık gösterdi ve Mabeynci rütbesine kadar yükseltti. Sarayda cariyelere musıki dersleri vermeye başladı , cariyelerden Ceşm-i Dilber hatuna aşık oldu. Padişahın izni ile evlenerek saraydan ayrıldı. Evliliği uzun sürmedi ve eşinden ayrıldı. Bir süre sonra padişah onu tekrar saraya aldırdı ve serhanende olarak sarayda görev yapmaya başladı. Arif bey yine saraydan bir cariyeye gönlünü kaptırdı ve padişah tekrar onu evlendirdi , fakat bu eşi de veremden vefat etti. Yaşadığı bu acılar üzerine meşhur pek çok şarkı besteledi. ‘’ Olmaz ilaç sine-i sad pareme ‘’ bunlardan sadece biridir.

1861 yılında Abdülmecid Han ölünce yerine kardeşi Abdülaziz Han tahta çıkar ve Arif bey tekrar saraya alınır . Yine cariyelerden Niğarenk hanıma aşık olur ve Valide Sultan tarafından evlendirilir.1871 yılında kendi rızasıyla saraydan ayrılır. Bir çiflikevinde yaşamını sürdürür. 1877- 78 yıllarında Osmanlı Rus harbi patlak verir ve Hacı Arif Bey bu yılları geçim sıkıntısı çekerek geçirir. Savaş sonrası durumu Abdülhamid Han’a bildirilince padişah onu tekrar saraya Kolağası rütbesiyle aldırır.

Muzika-yı Hümayun'da dördüncü kez görevlendirilen Arif Bey'e kolağası rütbesi verilir, ama bu ona göre küçük bir rütbedir. Arif Bey, önceki padişahlardan gördüğü ilgiyi Abdülhamid'den göremediği vehmiyle huzursuz olur. Saray'ın eski canlı havası da kaybolmuştu; siyasi durum gittikçe gerginleşmekteydi. Abdülhamid'den umduğu yakınlığı görmeyen besteci, kimi zaman Zincirlikuyu'daki eve çekilerek sade bir yaşayışın verebileceği mutluluğu aradı, kimi zaman da Padişah'la çatışmayı göze alan davranışlarda bulundu. Abdülhamid'in "Şu şarkıyı oku", diye verdiği bir emre karşı, mabeynciye, "Ben onun babasından çok saygı gördüm." Bana, "Şu şarkıyı oku" diye emir veremez. Sanatta padişah iradesi geçerli değildir. Cevabını vermesi üzerine, Saray'da hapsedildi. Elli gün sonra, nihavent makamındaki "Ahteri düşkün garibim, âşık-ı avareyim" şarkısını besteledi. İlk dizedeki "yıldız" anlamına gelen Farsça "ahter" kelimesi "talii düşkün" biçimine dönüştürülerek şarkı Abdülhümid Han’ın huzurunda okundu. Eseri çok beğenen padişah, besteciyi bağışladı. Arif Bey ölünceye kadar Muzika-yı Hümayun'daki derslerine devam etti. 1885 İstanbul'da öldü. Yahya Efendi Dergâhı mezarlığına gömüldü. Hacı Arif Bey Türk Musiki'sinin en büyük bestecilerinden biridir. Klasik dönem bestecilerinin pek kullanmadıkları şarkı formuna yepyeni bir kimlik kazandırmış, bir şarkı bestecisi olarak yeni bir çığır açmıştır. Arif Bey'den sonra "şarkı", bestecilerin en çok işledikleri form olmuştur. Arif Bey klasik formlarda birkaç eser besteledikten sonra başarılı olamadığını görerek doğrudan doğruya şarkı besteciliğine yönelmiştir. Hacı Arif Bey hiçbir zaman tekdüzeliğe düşmez; hemen her şarkısına yeni bir renk katmasını bilir, kullandığı makamın o zaman kadar işlenmemiş bir yönünü yakalar. Sekiz zamanlı üç vuruşlu "müsemmen" usulü onun buluşudur. Türk Aksağı'nı çok başarılı bir biçimde kullanır. Şarkılarında

beste ile güfte tam bir bütünlük içindedir. Kürdilihicazkâr makamını da Arif Bey oluşturmuştur. Hacı Arif Bey bütünüyle Türk Musikisi'nin sözlü öğrenim geleneği içinde yetişmiş bir besteciydi. Nota bilmiyordu, herhangi bir saz da çalmazdı. Ama çok güçlü bir hafızası vardı, bini aşkın eser ezberindeydi. Çok iyi bir okuyucuydu. Şevki Bey, Levon Hancıyan, Zati Arca gibi öğrenciler yetiştirdi. .Bine yakın eser bestelediği söylenir, ancak 337 parçası notalarıyla günümüze kalmıştır