Kitap raflarını dolaşırken niyetim bir tıbbi anı kitabına rastlamaktı..Zira uzun zamandan beri böyle bir kitaba rastlayamamıştım. Zaten tıbbi anı kitabı sayısı da hayli az, şansınıza kalmış rastlamak. Tam da aramaktan vazgeçmiştim ki o kitap gözüme ilişmesin mi!.. Hani "mal bulmuş mağribi gibi" derler ya, ben de öylesine kapmıştım o kitabı.. Baktım ki zaten bir tane kalmış, o da benim kısmetim imiş demek ki... Kitaba ayaküstü şöyle bir göz gezdirdiğimde çok hoşuma gitmişti. Tam da istediğim bir kitap diye düşünmeden edememiştim. 

          İnsanoğlunda duygular ortak. Hele de Asya toplumunda duygusallık daha da ağır basıyor.. Şimdiye kadar bizim hekimlerimizin ve Avrupa'lı ve Amerika'lı hekimlerin anılarını okumuştum. Hiç bir Rus hekiminin anısını okumamıştım. Duygusallık yönünden bize benzeyen o kadar çok ortak payda var ki...

          Birkaç yıl önce polikliniğe kırsal kesimden bir erkek hasta gelmişti. Orta boylu, ellili yaşlarda. sakallı, avurtları çökmüş..Otururken ellerini nereye koyacağına bir türlü karar veremiyordu adeta..Kendisine rahat olmasını söylememe rağmen o utangaçlık ve sıkılma hissini bir türlü üzerinden atamadığı vücut diline yansıyordu. Hemen konuya girip onu rahatlatmak için sordum: "Şikayetiniz nedir?"  Hasta mahcup bir eda ile yüzüme bakıp "Estağfurullah sizden neden şikayetçi olayım. Ben şimdiye kadar kimseden şikayetçi olmadım!" dediğinde tebessüm etmiştim, çok da hoşuma gitmişti bu masumiyet kokan cevap. Bu anı kitabını okuduğumda buna benzer duygusal ifadelerin o toplumda da çok görüldüğünü ve bizimkilere benzediğini gördüm.

           Anı kitabının adını vermeyi az daha unutuyordum.Mihail Bulgakov adlı bir Rus hekiminini anıları.. "Genç Bir Doktorun Anıları."  1917'lerdeki toplumu anlatıyor. İşte anılardan satırlar:

          At üstünde ıssız köy yollarından hiç geçmemiş birine anlatacak bir şeyim yok; ne de olsa anlamayacak bununla ilgili anlatacaklarımı. Geçene de hatırlatmayı hiç istemem. Arabacıyla Graçovka şehriyle Muryevo Hastanesi arasındaki 40 kilometrelik yolu almamız tam yirmi dört saat sürdü. 16 Eylül 19172de öğle saat ikide harika bir şehir olan Graçovka'nın sınırındaki son ambarın oradaydık. Saat ikiyi beş geçe  hastane bahçesindeki  çiğnenmiş, solmuş ve eylül yağmurlarıyla yumuşamış otların üzerinde duruyordum. Bacaklarım soğuktan uyuşmuştu; hem de öyle bir uyuşmuştu ki, insanın kaslarının taş kesildiği hastalık gerçekten var mıydı, yoksa önceki gece Grabilovka'da rüyamda mı görmüştüm.

           Bu arada yolun bu halinde kendisinin bir suçu olmamasına rağmen gözlerimi dikmiş arabacıya bakıyordum. "Ah doktor" diye karşılık verdi arabacı açık renk bıyıklarının altındaki dudaklarını güçbela kımıldatarak, "on beş yıldır bu yoldayım, ben bile hala alışamadım."

           Birgün bir genç kız getirirler. Keten tarağına ayağını kaptırmış bir hasta. "Sol bacak yerinde yoktu zaten. Paramparça olmuş dizden aşağısında kan içinde didik didik parçalar, kanlı, yırtılmış kaslar duruyor ve her yerden beyaz, parçalanmış kemikler çıkıyordu."

            Uzatmayalım. Dr Bulgakov hastayı ameliyat eder, aradan bir süre geçer. Hasta kontrole gelir. Şimdi tekrar o sahneye dönelim:

           Kapı çalındı. İki buçuk ay sonraydı. Kışın ilk parlak günlerinden biri ışıyordu pencerede. Adam içeri girdi, ona ilk o zaman baktım. Evet yüz hatları gerçekten düzgündü. Kırkbeş yaşlarındaydı. Gözleri parlıyordu. Sonra bir hışırtı... Kenarları kırmızı şerit işlemeli, bol bir etek giymiş, büyüleyici güzellikte, tek bacaklı bir kız. İki koltuk değneyinden destek alarak seke seke içeri girdi. Bana baktı ve yanakları pembeleşti.

          "Moskova'da...Moskova'da.." dedim ve adresi yazmaya başladım, "sana orada protez yaparlar, takma bacak yani."

          "Elini öp doktorun," dedi babası birden, hiç beklemediğim bir anda. O kadar şaşırmıştım ki dudağı yerine burnundan öptüm. Sonra koltuk değeneklerine dayanarak elindeki paketi açtı ve paketin içinden, üzerinde gösterişsiz bir kırmızı horoz işlemesi olan uzun, kar beyaz bir havlu düştü. Demek muayeneler sırasında hasta odasında yastığın altında sakladığı buymuş! Doğru ya, sehpanın üzerinde iplikler olduğunu hatırlıyorum.

          "Bunu kabul edemem," dedim kati bir şekilde, hatta kafamı bile salladım reddedercesine. Ama yüzü, gözleri öyle bir hal aldı ki, kabul etmek zorunda kaldım.

           Ve uzun yıllar Muryevo'daki yatak odamda asılı durdu, sonra da benimle oradan oraya gezdi. Sonunda da yıprandı, rengi soldu, eskidi ve kayboldu tıpkı anıların solduğu, kaybolduğu gibi...

                                                          ------------------...-----------------

                                                          AKTİVİTELERİM

          Yalova devlet hastanesinde yapmış olduğum tıbbi tedaviler ve ameliyatlar hakkında da kısa bir bilgi vermek istiyorum.

          1.Plazmakinetik yöntemiyle kapalı prostat ameliyatı ve mesane tümörü ameliyatı

          2.Holmiyum lazer sistemiyle idrar yolu taşları ve mesane taşlarının endoskopik olarak kırılması.

          3.Bayanlarda mesane sarkmasına bağlı olarak gülerken, öksürürken ve ıkınırken idrar kaçırması görülebilmektedir. Bu rahatsızlığı gidermek için yarı endoskopik bir yöntem olan TOT yöntemi ile yarım saat süren bir ameliyat yapmaktayım.

                                                                                          op.dr fikret solak