Telefonuma o saatte gelen görüntülü görüşme isteğini gördüğümde açıp açmamakta tereddüt ettiğimi işte itiraf ediyorum. Zira bu bir uluslararası  telefon görüşmesi isteğiydi ve ben başta yer alan o kodun hangi ülkeye ait olduğunu da bilemiyordum elbette... En iyisi tedbiri elden bırakmayıp o kodu araştırmak diye düşünürken biraz sonra telefonuma düşen o mesajı okuyordum... ''Hocam selam, ben Hollanda'dan görüntülü aradım, ama açmadınız. Ben Ali, hani İsa abime prostat ameliyatı yapmıştınız birkaç yıl önce. Ben de gelip size ameliyat olarak bu dertten kurtulmak istiyorum. Ne zaman geleyim?'' Ve abisinin soyadını da verince hatırlıyorum.

            Bir hastamın ameliyat sonrası benden memnun olup beni bir başkasına tavsiye etmesi kadar mutluluk verici bir haber olabilir mi! Gönlümde elbette samyeli rüzgarı esecekti. Sıcak ve okşayıcı...Ve biraz sonra o ülkeden arayan hastamla konuşup bir tarih üzerinde mutabık kalıyoruz. Hayat sürprizlerle doludur derler ya! Hiç ummadığınız bir diyalog sizi alr, geçmişe götürür ve hatıralar bir domino taşı misali biribirini tetikler.  Bu telefonun da beni ''bir ömür masalının yollarında'' bir gezintiye çıkarabileceğini nereden bilebilirdim ki!

            Ve dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur şeklindeki özlü söz gerçekleşiyor. Hastam birkaç hafta sonra hastaneye geliyor. Bir hal hatır faslından sonra elindeki tetkikleri inceleyip ameliyata iyice karar veriyorum. ''Bugün anestezi hazırlığı için tetkiklere başlayalım, hani yol bir iş iki derler ya!'' dediğimde tebessüm ediyor. ''Hocam memleketi çok özlemişim, bir haftalığına gidip sılai rahim yapayım ve sonra döneyim diyorum müsade ederseniz'!' diyor. Merak ediyorum... ''Memleketiniz neresi, uzak mı? Hem de taa Hollanda'dan bu kış günü kendi arabanızla geliyorsunuz ve şimdi de memleketinize özel arabanızla gideceksiniz'' dediğimde gözlerinin içi gülüyor. ''Iğdır'lıyım'' dediğinde içimde izahı mümkün olmayan bir hoş duygu oluşuyor. O sırada önüme bir paket koyuyor. ''Hocam bu da İsviçre çikolatası. Dediğiniz gibi o kadar uzun yolu kendi arabamla katettim. Bulgaristan'a girdiğimde hani o gece sizi aramıştım. Bir isteğiniz olursa freeshoptan alayım diye. Niyetim bir parfüm almaktı. Siz bir şey istemeyince ben de çikolata alayım dedim.''

            Gözlerinin içi gülüyor, kalbinin o samimiyetini vücut dilinden okumamak mümkün mü! Elimi omuzuna koyuyorum o an... ''Ali bey şivenizden memleketiniz hakkında bir ipucu edinmiş gibiydim zaten. Hemşeriyiz desenize!'' Merakla soruyor... ''Siz nerelisiniz?'' Tebessüm ediyorum... ''Hem Erzurumlu, hem de Sarıkamışlıyım!'' Kendini tutamayıp sarılıyor bana... ''Hocam Aşk olsun, size Bulgaristan'dan güzel bir şey alamadım, neden söylemediniz?'' Gülüyorum... ''Hele dur bakalım, hatıralarımı tetiklediniz. Ben ilkokul son sınıfı Iğdır'da okumuştum. Hem de 12 Kasım İlkokulu'nda. Öğretmenim de Karakoyunlu Mehmet Adıgüzel Ertürk'tü. Iğdır deyince içim bir hoş olur inan... O şehri o kadar severim ki! Elbette o zaman ilçeydi.''

            Gözü de kapıda...''Hocam, öğle arasında oturup bir konuşalım mı? Kimseyi bekletmeyeyim'' deyip çıkıyor. Ve öğlede bir mekanda buluşuyoruz. Sanki kırk yıllık bir dostluk ve gönül köprüsü oluşuyor aramızda...''Ali bey yani bir masal yolculuğuna çıkardınız beni. Abim Iğdır Lisesi'ne öğretmen olarak tayin edildiği için ben de o vesileyle Iğdır'ın o güzel havasını solumuştum ve o güzel insanlarını tanıma fırsatını ve şansını yakalamıştım.''

            Sohbet koyulaşıyor...Hatıralar dünyasında bir ufuk turuna çıkmak istiyorum. Bir hayal dünyasına... Hani şair diyor ya ''insan alemde hayal ettiği müddetçe yaşarmış.'' Ben de hayal kurmayı çok severim. ''Merak ettim'' diyorum, ''eviniz Iğdır'ın neresine düşüyor?'' Tebessüm ediyor...''Iğdır Lisesi'ne yakın.'' Hatıralar canlanıyor hafızamda... ''Bak o zaman iki sinema vardı... Aras ve Serhat Sinemaları... İkisi de karşı karşıyaydı. Onların önünden ilerleyip Iğdır Lisesi'ni de geçip 12 Kasım İlkokulu'na giderdim. Elbette tabana kuvvet!''

            Heyecanlanıyor... ''Tamam, liseye gitmeden sağdaki boş arsayı aldım ve ev yaptırdım. Bak kayısı bahçelerim de var. Samimi söylüyorum, yazın eşinle gelip misafirim ol, evim müsait.''

            Espri yapıyorum... ''Bozbaş ikram edeceğine söz ver ki geleyim!'' Gülüyor... ''Bak unutmamışsın, benim hanım bozbaş yemeğini iyi yapar. İstediğin bozbaş olsun hocam!''

 

            Belli ki gönül zengini bir insanla karşı karşıyaydım. ''Ali bey bir manifaturacı vardı, hergün önünden geçip giderdim. Çok babacan ve yufka yürekli bir insandı. Galiba adı Gulam Çağlar'dı. Böyle güzel insanların sayısı çoktur bu toplumda.''

            Bakışlarını bana yöneltiyor... ''Evet, Gulam amca iyi bir insandı.''

            Nice hatıralarım vardır... Sınıfımızda Miraç diye bir çocuk vardı, öğretmenimiz ona yöresel şive ile şöyle hitap ederdi: ''Mehraç gah bahalım ay bala tahtaya!'' Gülüyor... ''Düğünleri hiç unutamam. Bu gala daşlı gala türküsü orada bir başka söylenirdi yani!''

            Ve aradan on gün gibi bir süre geçiyor... ''Hocam gönderdiğim resime baktın mı? Bak şu anda Sarıkamış'a 5 kilometre kaldı. Iğdır'dan geliyorum. Sarıkamış'tan bir isteğin varsa söyle, girerim şehre ve alıp gelirim. Bak kalben söylüyorum inan!'' Evet, gönderdiği videoda aynen bunları söylüyordu. Kendisine teşekkür ediyorum ve iyi yolculuklar diliyorum telefonda.

            İki gün sonra hastaneye geliyor ve anesteziye hazırlıyorum ve ameliyatını yapıyorum. ''Daha mart ayına kadar Türkiye'deyim, kontrole gelirim'' diyor taburcu olurken.

            Tebessüm ediyorum... ''Söz, yazın Iğdır'a geleceyim ve kayısının ve bozbaşın tadına bakacağım!'' Hafifçe öne eğiliyor ve sağ elini göğsüne götürüyor: ''Başımla beraber!''