Bir şarkı vardır hani, Nesrin Aksoyerin güftesini yazdığı, Selahattin Altınbaş’ın Hüzzam makamında bestelediği;

“Bir yangın sonrası şimdi yüreğim

Ne dumanım kalmış ne de küllerim”

Şu berbat virüs salgınında kaybettiğim dostlarım geliyor gözlerimin önüne, sıranın önünde Mehmet Özçelik var. Yalova Gazetesi’nin ilk sayılarından itibaren yapmaya başladığı şiir sayfalarını hatırlıyorum. Yıllardır bıkmadan devam ettirdi. Bizleri hüzünlendirdi. Duygularımıza tercüman oldu. Sadık bir Yalova sevdalısıydı. İyi bir çevre savunucusu… Yalova’nın sevilen Şefi Faruk Öskan’ın bestelediği “Bir bir sönüyor ışıklar” şiiri dillerde şimdi…

Yine Corono illetiyle kaybettiğimiz Nusret Özliman dostum geliyor gözlerimin önüne. Gençliğimizde sahilde mahalle arkadaşımla yürüyüşlerimizi hatırlıyorum. Ünlü bir ressam oldu Nusret. Bizlere veda etmeden yaklaşık iki yıl önce de geldi resimlerini Yalova’da sergiledi. Uzun uzun sohbet etme imkanımız olmuştu. Son resimleri sanki bu günlerin habercisi gibiydi. Dünyanın karşılaştığı ve karşılacağı çevre felaketlerini tablolarına yansıtmıştı.

O kadar çok dostumuzu yitirdik ki. Bir yangın sonrası olmasında ne olsun yüreğim. Hepsini rahmetle anıyorum. Işıklar içinde uyusunlar.

Corono nedeniyle buruk bir şekilde geçen bir babalar gününü geride bıraktık. Bütün babaların gününü kutluyorum. Bizlere veda eden babalara da rahmetler diliyorum.

Sokağa çıkma yasağı vardı. Bende bir gün önceden  Elmalık Köyü’ne giderek babamın gününü kutladım. Selvilerin serin gölgesinde rüzgarın çıkardığı hışırtıları dinleyerek sesizce dinleniyordu. Çok çalıştı, çok yoruldu. Bize çok güzel babalık yaptı. Çok temiz ve şerefli bir isim bıraktı. 38 yıl olmuş veda edeli. Yaşasaydı bugün 90 yaşında olacaktı. Eminim ki cennettedir. Kimseye kötülük yapmadı. Kimsenin hakkını yemedi. İyiliğini gördüğünü söyleyen o kadar çok insana rastladım ki.

İyi şeyler düşünmek. Güzel projeler üretmek istiyorum. Corono fırtınasından sonra yangın yerine dönen yüreğimi serinletmek istiyorum.

Bu durumu böyle sürdüremeyiz. Doğayı tahrip etmeyi bırakmalıyız. İçinde yaşamak zorunda olduğumuz ekosistemi yeniden canlandırıp kendini onarmasını sağlamalıyız. Denizlerimiz, ormanlarımız, tarım topraklarımız ve tüm canlılar ile yeniden dost olmalıyız. Onlara çok hoyratça davrandık.

Son söz olarak Memiş Dayı’yı hatırladığımı ve onun neler yaptığını yazmak istiyorum. Almanya’da çalışıp tekrar Elmalık Köyü’ne dönen Memiş Dayı’nın bütün işi fidan dikmekti. 7500’ün üzerinde fidan diktiğini söylerdi. Kış aylarında ormana gider ıhlamur, çınar fidanları toplar sonrada onları getirip yol kenarlarına diker, yaz boyunca da tenekelerle su taşır sulardı. Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitü’sünün önündeki  ıhlamurlar ve çınarlar şimdi ne güzel oldular. Bursa’da Ulu Cami bahçesine gidip çınar fidanı diktiğini söylemişti. Sadece fidan dikmedi. Birçok sokak başına çeşmeler yaptı. Aktif gazetecilik yaptığım dönemlerde sık sık gelir zorla beni eski arabasına bindirir Termal’e götürür baraja karışan pis suları gösterip fotoğraflarını çektirirdi. İyi bir çevreci olmamda çok katkıları olmuştur.

Güzel de şiir yazardı. Anılarını kaleme almış, onları kitap haline getirmemi isterdi. Sonunda ısrarlarına dayanamadım. Getir yazdıklarını dedim. Zor taşıdığı kocaman bir çuvalla geldi. Yazısını okumak çok zordu. Kargacık burgacık yazısıyla okul defterleri ve bulduğu her kağıda yazdığı anıları ve şiirlerini derleyip toplamak çok zor oldu. Söz verdim ya bir kere. Hafta da iki defa da gelip başıma dikilirdi. Kitap ne zaman basılacak diye. Sonunda kitaba isim koymaya geldi. İsmini de kendisi koydu. “Cennet Bahçelerine Fidan Dikeceğim” eminim ki dikiyordur.

Yeşillikler içinde uyu Hacı Memiş Amca. Senin yerin doldurulamaz ama, yeşil dostu, insanlık dostu, canlı dostu insanlara o kadar çok ihtiyacımız var ki….