1946 yılında, İstanbul Ortaköy’de Cudiefendi Sokak’ta doğmuşum.

Sokak dik bir yokuştu.

Bizim iki katlı ve cumbalı ahşap evimiz de bu yokuşun başındaydı.

Bulunduğumuz yere “Fıstıklı Tepe” derlerdi, her taraf fıstık ağacı ile kaplıydı.

Asırlık fıstık ağaçlarıyla…

Bahçede otururken, olgunlaşmış çam kozalaklarının açılmış ağızlarından fıstıklar başımıza düşer, biz de onları taşla kırar yerdik.

Fıstıklı Tepe’de en az 20 civarında fıstık ağacı vardı.

Bundan 10 sene kadar önce, Cudiefendi Sokağı merak ettiğim için gittim.

“Fıstıklı Tepe” artık fıstıklı değil; ağaçlar kesilmiş ya da bir şekilde yok edilmiş, yerlerine çok katlı binalar dikiliş.

Ortaköy’ün ortasından bir dere geçer. Bu dere Levent-Zincirlikuyu-Balmumcu’dan aldığı suyu Ortaköy Camisi’nin yanından denize verir. Benim çocukluğumda bu derenin üstü bir yere kadar açıktı. Sonraları üstü kapatıldı. Ortaköy’ün yerleşim yerlerinden sonra bu dere boyunca yukarıya yani Balmumcu ve Levent’e kadar çıkan bölümü ağaçtan görülmezdi. Buraya “Arnavut Bahçeleri” denirdi ve inanın bülbül seslerinden geçilmezdi.

Artık Arnavut Bahçeleri yok, bölge beton yığınından geçilmiyor; günümüzde “Korukent” gibi yerleşim yerleri var.

Merhum erkek kardeşimin eşinin ailesi, Ortaköy-Kuruçeşme arasında Naile Sultan Korusu’nun hemen bitişiğinde yol kenarındaki, Enver Paşa’nın hediyesi bir eski konakta oturuyordu. Bu korunun ilerisinde de Naciye Sultan Korusu vardı. Biz buraya genelde Enver Paşa Korusu derdik. Sahilden günümüzdeki TRT binalarına kadar olan arazi muhteşem ağaçlarla kaplı koruydu.

Bölgenin son halini internette gördüm, içim acıdı.

Ortaköy’ün içinden, Dereboyu Caddesi’nden bir kol ayrılarak yukarı Levent’e çıkar. Bu yolun adı Portakal Caddesi’dir. Cadde adını 2’nci Sultan Abdülhamit'in 1891- 1897 yılları arasında Hazine-i Hassa Nâzırlığı’nı yapan Ermeni Mikail Portakal Paşa’nın bölgedeki konağından alır. Bu yolun her iki tarafı ormandı. Günümüzde birkaç ağaç kalmış.

Beşiktaş’ın içinde “Ihlamur” mevkiinde bayram salıncakları kurulurdu, asırlık ağaçlarla çevrili bir bölgeydi. Günümüzde tamamen yerleşim yeri olmuş durumda, ortada eski görünümü yok, ara ki bulasın!

Bizim ev yüksekte olduğundan arka balkonundan Üsküdar kıyıları görülüyordu. Bağlarbaşı’ndaki Özbekler Tekkesi’nden denize kadar olan “Fethi Paşa Korusu” göz alabildiğince ormandı.

Koru günümüzde içler acısı halde…

Ama adı “koru”.

İstanbul Boğazı’nın iki yakası yerleşim yerleri dışında tamamen ağaçlıktı.

Boğaz’ın kuzeyi, doğuda yani Anadolu yakasında Beykoz’un Çayırbaşı’ndan ve Riva ağzından itibaren Şile’ye kadar tamamen ormandı.

Beykoz- Anadolu Kavağı arasında Yûşa Tepesi ve Anadolu Kavağı’nın kuzeyindeki Tahaffuzhane bölgesi ormandı.

Boğaz’ın kuzeyi batıda yani Avrupa yakası, Belgrad Ormanları diye tanınıyordu ve Istrancalar İstanbul’un ciğeriydi.

Haa, unutmadan, Ortaköy’de caminin yanında, Arnavutköy’de akıntı burnunda, Üsküdar iskelesinde kıyıda denizin dibi görünürdü, su o kadar berraktı yani…

Uzatmayalım, biraz nostalji yapalım diye düşünmüştüm ama günümüzü düşününce içim ezildi.

İstanbul eskiden neydi, şimdi ne?

(NOT: Güncel bir konu olduğu için özellikle belirtmek isterim: Kanaatimce deniz salyası – müsilaj ile mücadelede esas olan suyun üstü değil, suyun altıdır!)