Oldum olası hekimlerin anılarını ve düşüncelerini, duygularını yazmalarını, bu konudaki kitap sayısının artmasını arzu etmişimdir.  Kitapçıları dolaşırken hekim anıları ile ilgili bir kitap gördüğümde hemen alırım.  Önümde birkaç yıl önce okumuş olduğum bir kitap duruyor: “Doktorlar Nasıl Düşünür?”  Elimden bırakamayıp kısa sürede bitirmiştim bu kitabı.. Samimi duygular ve yer yer kendisiyle yüzleşmeler  ve itiraflara yer veriliyor.

Düşünüyorum da bir hastamla ilgili bir hususu bir meslektaşımla paylaşırken bile aklımda hep “acabalar” dolaşır durur. Kendime  de hep sorarım: “Devlet sırrı mı, anlatsan ne olur!” Ama işte öyle değil… Yanlış anlaşılmak var, aciz olarak nitelenmek var… Var oğlu var. Hele karşınızdaki vahşi kapitalizmin materyalist tornasından çıkmışsa iş daha da zor.

Seneler önceydi… Mesane taşı kırma cihazı satın aldığımızda ne suçlamalar yöneltilmişti bana… Halbuki o cihazı kullanan meslektaşlarım bunun nimetlerinden oldukça faydalanmışlardı. Bir de o zamanlar muayenehanelerin mevcut olduğunu bir düşünürseniz gayet iyi anlaşılır.  Hele mevcut ultrasonografi cihazına bir prob satın aldım diye başıma gelmeyen kalmamıştı.. Bu probun yokluğunun nimetini devşirenlerin değirmenine giden su eksilmişti de o yüzden rahatsız olmuşlardı.

Söz nereden nereye geldi. Hekimlerin hastayı tedavi ederken neler hissettikleri hep merak edilmiştir. Ben duygusal bir insan olduğum için klinik yönden prognozu pek de içaçıcı olmayan hastalardan oldukça etkilenmişimdir ve bazen rüyalarıma da girdikleri olmuştur.

Bir hastam vardı. 60 yaşlarında bir erkek hasta.  Zamanında pilotmuş. Bana getirdiklerinde klinik durumu şu şekilde idi: Diyabetli. Bu yüzden iki gözü de görme yeteneğini katbetmiş. Başka sistemik hastalıkları da vardı. Yani metabolik sendrom gelişmiş. Ayrıca prostat ameliyatı da olamadığı için 3 haftada bir idrar sondasını değiştirmekteydim. Bir gün oğluna şunu söylemek gereğini duymuştum: “Yanlış anlamayın, babanız başımın tacı. Ancak ben çok etkileniyorum. Bir süreliğine hekim değiştirseniz…”  Oğlu benim kişiliğimi, karakterimi çok iyi bildiği için gözleri nemlendi ve “anlıyorum, ama sizinle devam etmek istiyoruz” dediğinde çaresizce yutkunduğumu ve bakışlarımı kaçırdığımı iyi hatırlıyorum.

Okumuş olduğum söz konusu kitaptan bir alıntı yapayım: “Bu kitap, bir doktorun bir hastayı tedavi ederken, aklından nelerin geçtiği  hususunda yazılmıştır. Bu fikir üç yıl önce bir Eylül sabahı stajyerler, asistanlar ve tıp öğrencileri ile vizit yaparken ansızın aklıma geldi.”

“Hastaların çoğu şüphe ve korku içindedir. Bazıları da hastalıklarından utanır. Bir doktor, anlayışlı davranarak psikolojik  rahatlamadan daha fazlasını da verebilir.”

Uzun zamandan beri anılarımı yazarım.  Beni çok etkileyen bir anı, ama kötü anı vardı ki onu şimdiye kadar yazma cesaretini kendimde bulamamıştım. Bir meslektaşımla ilgili bir anım..Defterime yazmışım..Şu anda yine ertelemek zorunda kaldım…Belki de hiç bahsemeyeceğim bundan sonra…Yine ertelemek zorunda kaldım.

Biz Asya toplumu olarak kusurları hep halının altına süpürme alışkanlığına sahibizdir. Nasıl olsa  canım işte “kol kırılır, yen içinde kalır!”

Oh ne güzel! Bu sözle pir-u pak olduğumuzu sanıp vicdanımızı rahatlatıyoruz.

Son söz: “Hastalar ve sevdikleri, doktorlarla birlikte bir duygu denizinde yüzerler. Her iki taraf da, zararlı duygusal akıntılar için, ikaz bayraklarının bulunduğu bir tarafsız kara parçasını göz önünde bulundurmalıdır.”

BİR  ŞİİR
Hayat boştur,
Biraz aşk,     
Biraz kin,
Ve nihayet günaydın.
Hayat kısadır,
Biraz ümit,
Biraz hayal,
Ve nihayet tünaydın.