Bizde spor denince ilk akla gelen sadece futbol. Ekim ayının ilk haftasında Milli Takımımızın yer aldığı iki şampiyona yaşadık. Birisinde üzüldük, diğerinde ise sevindik.

 A Milli Takımımız elenerek, Rusya’da yapılacak 2018 Dünya Kupası finallerine katılma hakkını kaybetti. Grup maçlarını Fatih Terim’le başlayıp, 72 yaşındaki Lucescu ile tamamladı. Aldığı ücret başta olmak üzere pek çok yönden eleştirilen Fatih Terim’in görevine, kebapçı dükkanı skandalı nedeniyle son verilmişti.

Hırvatistan galibiyetinin ardından Rusya 2018 şansını sürdürmesiyle başlayan olumlu hava, 3-0’lık İzlanda mağlubiyeti ile kayboldu. Yaklaşık 335.000 kişiyle, İstanbul’un pek çok ilçesinden daha küçük bir nüfusa sahip olan ada ülkesine, kendi sahamızda açık farkla yenilmek, Lucescu’nun da çare olamayacağını gösterdi.

Rumen çalıştırıcı ilk geldiğinde futbolcu bulamadığından yakınmıştı. Haklıydı çünkü Süper Lig takımlarına baktığımızda sahaya çıkan ilk onbirlerde, çoğu takımda üç veya en fazla dört Türk oyuncu var, diğerleri hep yabancı. Son verdiği beyanatta “Önümüzde bir senemiz var. UEFA Uluslar Ligi Eylül 2018 de başlayacak. Daha kuvvetli bir ekip kurup, bu turnuvaya hazırlanacağız” demiş. Herhalde işini kaybetmek istemiyor.

Aynı günlerde bir başka kulvarda, bir başka Milli Takımımız Avrupa Şampiyonu oldu. Birincisi günlerce yazılı basında sayfalar boyu, televizyonlarda saatlerce yer alırken, ikincisinden hiç denecek kadar söz edildi. Bazı gazetelerin sayfa kenarlarında tek sütuna sıradan bir haber. Peki aradaki fark ne idi?

Şu idi: Birincileri sporu para için yapıyorlardı. Yani profesyonel futbolculardı. Ulusal yarışmalara da o açıdan bakıyorlardı. İkincileri sporu spor için, bir de en önemlisi kendilerini ispat etmek için yapıyorlardı. Onlar engelli sporculardı.

Evet Türkiye Ampute Milli Futbol Takımından söz ediyorum. Ampute futbolu bir bacağı olmayan sporcuların kanedyen (koltuk değneği) kullanarak oynadıkları bir futbol türü. Kaleciler ise tek kollu. Her takım bir kaleci ve 6 oyuncudan oluşuyor. Karşılaşmalar 25 er dakikalık 2 devre halinde, küçültülmüş sahalarda oynanıyor.

Avrupa Ampute Futbol Federasyonu (EAFF), Avrupa Şampiyonası finallerinin İstanbul’da yapılmasını programına almıştı. Nitekim bu gerçekleşti. Milli Takımımız grup eleme maçlarını yenilgisiz tamamlayarak, finallere katılmaya hak kazanmıştı. Çeyrek Final, Yarı Final derken, son final maçında İngiltere’yi 2-1 yenerek Şampiyon oldular. Bizleri gururlandırdılar. Ekranlara yansıyabildiği kadarıyla mutlulukları her şeyin üstündeydi.

Kadroda olan oyuncuların hepsinin ayrı bir hikayesi var. Kimisinin doğuştan bir ayağı yok veya gelişmemiş. Kimisi bir kaza sonucu ayağını kaybetmiş. Kimileri de terör kurbanı. Takım kaptanı Osman Çakmak Şırnak’ta komando olarak görev yaparken mayına basma sonucu sol bacağını kaybetmiş. İngiltere’yi son dakika golüyle deviren, şampiyonluğa imza atan genç.

Onlar ülkelerine kazandırdıkları şampiyonluğun ötesinde çok önemli mesajlar da verdiler. Kendileri gibi aynı kaderi paylaşan pek çok kişiye örnek oldular. Engelli olmaya rağmen yaşamdan kopmamayı ve hayallerinin önündeki engelleri kaldırmanın ve başarıya ulaşmanın, inançla olabileceğini ispatladılar. Onları tekrar içtenlikle kutluyor ve onlara bu imkanı sağlayan, yardımcı olan herkese teşekkür ediyorum.

Söz futboldan açılmışken TFF 1. Ligde oynayan Altınordu’dan ve başarılarından söz etmek istiyorum. İzmir’in bu en köklü takımı, diğer kulüp başkanlarına pek benzemeyen Seyit Mehmet Özkan’ın elinde başarıdan başarıya koşuyor. Takımın en büyük özelliği profesyonel ligde yabancı futbolcu bulundurmayan tek kulüp olması. Takım alt yapıdan yetiştirilmiş oyunculardan oluşuyor. “Donkişot” lakaplı Sanayici-İşadamı olan Başkan, cebinden oluk gibi para akıtarak tesisler kurmuş, futbol okullarında binlerce çocuğu eğitiyor.

Gençler normal eğitimlerinin yanı sıra sporun teknikleriyle birlikte, Atatürk’ün sevdiği ahlaklı birer sporcu olmayı öğreniyorlar.