Az sayıda katılımcının izlediği sempozyumda Yaçep’ten Kemal Bayrı, TEP’ten Marmara Üniversitesi Enerji Bölümü Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar konuştu. Prof. Dr. Uyar, gelişmiş ülkelerin terkettiği fosil yakıtlara bağımlı termik santral teknolojilerinin ve telafi edilemez zararlara yol açabilecek nükleer santrallerin yerine Türkiye’nin 2020’e kadar %100 yenilenebilir enerjiye geçebileceğini, dünyadaki teknolojinin buna imkan verdiğini, ancak karar alıcıların sorundan yana değil, çözümden yana olması gerektiğini söyledi. Bayrı da, Yalova’daki çevre mücadelesini anlattı.

“Yenilenebilir enerji, özgürlük, eşitlik ve barış demek”

Türkiye’nin 27 kentinde yenilenebilir enerjiyle ilgili verdiği seminerler ve katıldığı panel, sempozyumlarla enerjide çözümü anlatan Prof. Dr. Uyar, “Yaşamın esas enerji kaynağı güneş. Güneş ışığı ve ısısı ile herkese eşit olarak ulaşıyor. Güneş bu anlamda eşitlik demek. Kimse enerji için birbirini öldürmek zorunda değil. Yenilenebilir enerjiyi kullanmak demek özgürlük, eşitlik ve barış demek. Doğaya uygun olarak insan faaliyetlerini sürdürmek zorundasınız. Bu olmadığı zaman doğa kendi çözümünü sunuyor, yokediyor geçiyor. Deprem bölgesinde termik santral yapmak gibi. Yenilenebilir enerjiyi kullanırsanız kullanıyorsunuz, yoksa o zaten enerji vermeye devam ediyor. Bu her daim kullanılıyor olması demek, tüketilemez olması demek. Bir enerji kaynağının kullanılabilir olması kaynağın olması, enerjiyi dönüştürecek teknolojinin olması, karar vericilerin sorundan yana değil çözümden yana olması gerekiyor. Bunun için sorunun ne olduğunun ortaya konması lazım” dedi.

“Her termik santral, bir o kadar rüzgar santralini engelliyor”

Uyar, “Her yaptığımız termik santral o kadar rüzgar santralinin yapılmasını engelliyor. Rüzgarı da güneş oluşturuyor. Hareket halindeki havanın kinetik enerjisi rüzgardır. Bunun dışında fotosentez yapan bitkilerin biyokütle enerjisi, su potansiyel enerjisi içme suyu ve tarımda kullanıldığında, bunlar yenilenebilir enerjiler. Ama toprakla suyun enerjisini kesip HES yaptığında doğaya müdahale ediyorsun. Bu müdahaleyi yapmanın bir toplumsal maliyeti var. Onların yapılıyor olması ve sorunun tam tanımlanmamış olması rüzgar ve suyu yenilenebilir enerji olmaktan çıkarmaz” diye konuştu.

“Türkiye Aarhus’u imzalamalı”

Uyar, “Aarhus Konvansiyonu, Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin uyum sürecinde imzalanması gereken sözleşme. Yani bunun olduğu yerde demokrasi var. Doğanın kısıtlarına uymayı anlamak, bilgi birikimine katmanın demokratik gereksinimlerinden, o yüzden Aarhus’u imzalamak gerekiyor.  Kömür, doğalgaz, petrol de ormanların fosilleşmesiyle oluşuyor. Bir termik santralde kömür yaktığında ürettiğimiz her Kw/saat enerji için 1 kg. karbondioksit veriyorsunuz doğaya” dedi.  

“1850’de yenilenebilir vardı ama teknoloji yoktu”

Sanayi devrimiyle birlikte küresel ısınmanın başladığını ifade eden Prof. Dr. Uyar, “1850’ye kadar atmosferdeki CO2 miktarı milyonda 289 parça. O tarihten sonra sanayileşme devrimi başlıyor ve enerjiye, daha çok enerjiye ihtiyaç duyuluyor. Yenilenebilir enerji o zaman da var ama bunu kullanacak teknoloji yok. İstatistiklere göre ABD’de termik santraller kaynaklı ölümlerin toplam sayısı 5 milyon. Yılda 25 bin ölüm olması nedeniyle 1980’lerde yenilenebilir enerjiye yönelim başlıyor” dedi.

“Tüm bunlar AB çevre faslı açılana kadar”

Uyar, “Neoliberal saldırı, başka ülkelerin standart dışı terkettikleri teknolojileri kredi vererek kullandırmalarını sağlamaktır. Neoliberal saldırılar merkez kapitalist ülkelerin tahkim ve hazine garantisi ile kirli teknolojileri transferini, nereye az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere, sağlıyor. Bu eski teknolojilerle ilgili tahkim, eğer bunların maliyeti ödenemezse, hazineden verin diyor. Avrupa Birliği Çevre Faslı açılana kadar imtiyazlı ortaklık isteyerek kirli teknolojilerin transferi diyor. Fasıl açıldığında tüm bunların, yani çimento fabrikaları, termik santraller, nükleer santralin anlaşmalara göre durdurulması ve standarta getirilmesi gerekiyor” dedi.

Ecevit Akkuyu’dan neden vazgeçti?

Uyar, “1950 ile 1970 arasında 5-7 ülke nükleer silah teknolojisini geliştirmek için nükleer makine üretiyorlar. Adına da nükleer santral diyorlar. Nükleer enerjinin barışçıl kullanımı diye bir şey yok. Reaktörde parçalanan radyoaktif elementin atık ısınının değerlendirilmesi var. Sovyetler Birliği’nde nükleer santrallerdeki reaksiyon sonucu açığa çıkan ısının reaktörden atılması için merkezi ısıtmada kullanılıyor. Fukuşima ve Çernobil’de atılamadığı için bu kazalar yaşandı. İsveçliler, kendi halkları nükleere yapılan referandumda hayır deyince, bu teknolojiyi ithal edip, Akkuyu için Ecevit hükümeti döneminde Türkiye’de bilim adamlarını  getirip çalışmalara başladılar. Sonrasında 2.bir referandumda İsveç halkı nükleere evet deyince, tası tarağı toplayıp ülkelerine döndüler. İlk nükleer santralden kurtulmamız bu şekilde oldu. O dönemde Ecevit Koalisyonunda Bakanlar Kurulu’nda anlattım ABD’nin nükleer enerjiyi neden terkettiğini. O da karar alma aşamasında etkili oldu çünkü ihaleye çıkılmıştı 3 talipli vardı, sonrasında ihale iptal edildi. Ardından da hükümet düştü zaten” dedi.

“Türkiye, yenilenebilirde dünyanın ilk 3’üne girebilir”

Enerji verimliliğinin 1970’lerde dünyada petrol krizinin patlak vermesiyle gündeme ilk olarak geldiğini aktaran Uyar, nükleer enerjinin risklerinin ABD kongresine sunulan 1980 raporlarından sonra iyice anlaşıldığını, bu aşamadan sonra uzay gemilerinde kullanılan güneş pillerinin enerji üretiminde kullanımının söz konusu olduğunu, rüzgar santrallerinin de geliştirilmeye başlandığını belirtti. Uyar, Türkiye’nin güneş ve rüzgarda kaynak bakımından zengin olmasına karşın, karar alıcıların tercih etmemesi nedeniyle başvuruların kısıtlandığını, oysa yeterli kaynağın var olduğunu kaydetti. Uyar, Türkiye’nin rüzgarının Almanya’ya göre 2 kat daha verimli olduğunu, rüzgar enerjisi potansiyelinin bakanlığın son çalışmasında 46 bin MW olarak belirlendiğini kaydederek, Dünya genelinde kurulu 454 nükleer santralin toplam kurulu gücü 300 bin MW iken rüzgar santrallerinin kurulu gücü ise 237 bin MW’ye geldi. Çin, ABD ve Almanya yenilenebilirde ilk 3’te. Bizim bu kapasite ile 3.sırada yer almamız lazımdı. Ama 14-15. sıradayız. Avrupa Birliği, enerjide hedef olarak 2020’de %20 yenilenebilir, %20 enerji verimliliği, %20fosil yakıtların azaltımını koydu. 2020’de Türkiye %100 yenilenebilir enerjiye geçebilir ama eğer sorundan yana olmazsa. Türkiye için hükümetin şu anki planı, 20 bin MW nükleer, 20 bin MW termik, 20 bin MW Hidrolik, 20 bin MW yenilenebilir şeklinde.  Hem sorun, hem çözüm birlikte olmaz. Çözümden yana olmak bu değil” dedi.

“Yalova’da siyasiler gerekli iradeyi gösteremedi”

Yalova Çevre Platformu’ndan Kemal Bayrı da, Yalova’da çevre konusunda yaşanan süreci anlattı. Yalova’da kömür yakıtlı termik santral kurulma sürecinin 2007’deki ÇED toplantısıyla başladığını, 2009’a kadar pek fazla konunun gündeme gelmediğini belirten Bayrı, “2009’da haziran ayında başlayan termik santral inşa faaliyeti, Kasım ayının sonlarında Kent Konseyi’nin ruhsatsız olarak inşaatın başladığını beyan etmesiyle hız kazandı. 1 Şubat 2010’da Tema öncülünde kurulan Yalova Çevre Platformu, bir panel, ardından temiz enerji için bisiklet etkinliği yaptı. Sonrasında Azra Akın, Şenay Gürler gibi ünlü sanatçıların katılımıyla hazırlanan ‘sanatçılar termik santralsiz Yalova diyor’ adlı bir video yayınlandı.

Gösterilen tepkilerin ulusal basına Yalova’dan yansıtılmasındaki zorluklar gözönüne alınarak İstanbul’da Greenpeace ofisinde 15 STK’nın temsilcilerinin katılımıyla bir basın açıklaması yapıldı. Bunlar nedeniyle Aksa Akrilik Kimya Aş, bizleri mahkemeye verdi. Bu davalar 2 yılı aşkın bir zaman sürdü, 2’sini kazandık. Bir tanesi, 20 bin TL’lik tazminat davası ise halen sürüyor. 2 Ekim 2012 tarihinde yeni celsesi İstanbul’da görülecek. Tabi ki bunlar sadece Yalova’da olmuyor. Sinop Gerze’de de termik santrale hayır diyen Gerze halkına tam 5 ayrı dava açılmış durumda. O davalarda yüzlerce Gerzeli yargılanıyor. 5 Aralık’ta da onların davası görülecek. Kazdağı’ndaki maden arama faaliyetlerine karşı mücadele veren çevrecilere açılan davalar var. Bazı şirketler çevre mücadelesini engellemek adına bu tür yollara başvurabiliyor. Oysa bizlerin amacı demokratik haklarımızı kullanarak, tamamen şiddetsiz yollarla buradaki tehlikeyi insanlara anlatarak bilinçlenmelerini sağlamaktı” dedi.

“Yerelde başarı için 4 temel unsur şart”

Bayrı, “Yalova, 1999 depreminde büyük zarar gördü. Çok fazla telaffuz edilmeyen bir zarar da, bölgedeki kimya tesislerinden yaşanan kimyasal sızıntı idi. Şu anda maalesef 2,5 yıllık yoğun mücadeleye rağmen kurulan termik santralin yakınında kimyasal hammaddelerin bulunduğu tanklar var. Bu mesafeyi geçtiğimiz günlerde bilgi edinme başvuru ile sorduğumuzda Çevre Müdürlüğü ve Yalova Valiliği’nin bu mesafenin ne kadar olduğu konusunda bilgileri olmadığını da basınla paylaştık.

Yerleşim alanlarının yakınında ve yeni deprem beklenen Kuzey Anadolu Fayının dibinde bu tarz tesislerin kapasite artırımına hem de termik santral yapmalarına neden karşı olduğumuzu anlattık. Burası için acil durum planı var mı, varsa da kamuoyuyla paylaşılan bir bilgi yok. Oysa en kötü senaryoyu göz önüne aldığımızda bir deprem sonrasında hem burada yaşanabilecek bir kimyasal sızıntı, hem de termik santralin zarar gördüğünü düşünün. Buna neyle, nasıl müdahale edebilirsiniz. Binlerce kişinin yaşamı tehlikeye girer. Bu gibi riskli yatırımların riskli bölgelerde olmaması lazım. Ancak bu konuda Yalova’nın siyasetçileri gerekli dirayeti gösteremediler. Gereken kararları almada irade gösteremediler.

Benim düşüncem, bir yerel çevre mücadelesinin başarıya ulaşması için dört faktörün bir arada olması gerekiyor. Bunlardan ilki sivil toplum örgütlerinin çevre mücadelesine öncülük etmesi ve kamuoyunu harekete geçirmesi. Aynı zamanda bunlarla hukuki yoldan ilgilenecek hukukçuların, gerekirse baroların devreye girmesi, bir diğer ayak medya. Yeşil medya, yeşil hukukçular, yeşil stk’lar, ama en önemlisi yeşil siyasetçiler, yani karar alıcılar olması gerekiyor. Bir de Yalova’da biz çevreciler geçtiğimiz gün de bu mücadeleye uzun yıllarını veren Avukat Ayşe Aydemir’le konuştuğumuzda bana şu benzetmeyi yaptı, başsız tavuk gibiyiz dedi. Bizim ülkemizde geçmişten gelen bir teba kültürü halen var. Bir güçlü lider, masaya yumruğunu vuracak bir lider gerekiyor maalesef durum bu şekilde.

Vopak’la ilgili süreçte, termik santral kadar zorlu geçmedi. Çünkü Vopak, Aksa gibi 40 yıldır Yalova’da olan bir şirket değil. O yüzden gösterilen tepkiler daha özgürce ilerledi ve daha geniş kitlelerle eylemler yapıldı. El Ele Platformu olsun, Yalova platformu olsun çevre mücadelesinde yer aldı. Oysa Vopak, Aksa’dan kat kat daha büyük bir kuruluştu. Demek ki o irade mevcut. Ama tüm bu yapılanların, Yalova için geçmişten bugüne adım adım çevre mücadelesini ileri götürdüğüne ve bir çevre kültürünü kent olarak oluşturabileceğimize inanıyorum. Tabi bunun için kent ekonomisinin de bağımsız olabilmesi gerek. Bir de Yalova modeli bir çevrecilik var, şimdiye kadar birtakım mücadelelerin, mücadele eder gibi görünerek pazarlık yapmaya yönelik hareketler olduğunu en az 7-8 örnek olayda gözlemledik. Tüm bunların aşılabileceğine, gelecek için umutsuz olmamak gerektiğine inanıyorum” dedi. 
Editör: TE Bilişim