Polikliniğin o kalabalıklığında kapıdan işaret ederek yatmakta olan bir hasta hakkında bilgi almak istiyordu. Kendisini içeri aldığımda vücut dilinden herşey anlaşılıyordu..Hasta yakını avami tabirle “sinir küpü” idi adeta. Ondan önce polikliniğe muayene olmak için gelen, daha önce tanıdığım ve aramızda bir samimiyet olan hastamdan rica ettim  ve bu kişiye vakit ayırdım. Otuzlu  yaşlarda, uzun süredir traş olmamış, spor giyimli bir insan. Ama her halinden adeta bana hesap sormaya geldiği belli oluyordu.

               “ Hoş geldiniz, buyurun sizi dinliyorum, hangi hasta hakkında bilgi almak istiyorsunuz?” diye sorduğumda elini çenesine dayadı; yüzünü önce tavana çevirdi; sonra pencereye baktı ve en sonunda bakışlarını bana çevirdi. Sanki atış poligonunda bir hedeftim ve beni nişan alacaktı. Ee bende de artık bir feraset ve davranışlardan az çok düşünce okuma yeteneği gelişmiştir.. Yıllardır gözlüyorum insan davranılşarını.. Haşa iddialı değilim, ama biraz da tahmin edebileğim artık biraz sonra söylenecekleri.

                Cep telefonunu bir sağ eline alıyordu, bir sol eline... Habire kafasını sallıyordu. Sinir birikimini ve öfkesini bana boca edecekti ya onun hesabını yapıyordu belki de... Belki de beni test ediyordu.. Hani “kayısı kıvamında mı, yoksa çetin ceviz mi” hesabı yapıyordu belki de.

                “Şu tersanede iş kazasına uğrayan Nuh beyin durumunu soracaktım. Günlerdir hastanede yatıyor, ne ilgilenen var, ne bilgi veren, bu ne biçim iş!”

                “Neyi oluyorsunuz bu hastanın?” diye sorduğumda beni yiyecek gibi bakmaktaydı yüzüme. “İş güvenliği” uzmanı imiş işyerinin... Aradan üç gün geçmiş, ben diğer yakınlarına bilgi veriyorum, gereken tedavisi yapılıyor, ama kendisini yeni görüyorum.

                Hastamızı o gün acil poliklinikte muayene etmiştim. Böbrek travması tanısını koymuştum. Muayene sırasında da hasta bilincini kaybetmişti ve kendisine diğer acil hekimleri de anında müdahalede bulunup normale döndürmüşlerdi. Hastanın tomografisinde böbrekte minör yaralanma ve böbrek etrafına hafif idrar sızıntısı gözleniyordu. Niyetim ek binadaki servisimize yatırmaktı. O bayılma tablosunu görünce hastamızı koroner yoğun bakıma yatırdım ve hasta benim sorumluluğumda idi. Twdavisi düzenlendi ve üçüncü gün de kendi servisime naklettim. Hastanın bütün hayati bulguları normale dönmüştü.

                 “Beyefendi, hastanıza tıbben gereken herşey yapıldı ve yapılmaya da devam ediliyor. Şu anda endişe edilecek bir şey yok. İzleyeceğim. Acil bir ameliyat şu anda söz konusu değil” diyerek izah yoluna gitmiştim. Ama  muhatabım hep kontra ve olumsuz sorular sormakta..

                  “Dün de geldim, sizinle görüşenmedim, ameliyatta dediler.”

                    “Tamam da ameliyatlarımı mı iptal etseydim.. Bekleseydiniz çıktığımda görüşürdük!

                   Aksiliğinin üzerinde olduğu belli. “Ameliyat arasında çıkıp bana bilgi verebilirdiniz.” dediğinde artık hakettiği soruyu sorma zamanı gelmişti: “Siz bilgi almaya mı geldiniz, yoksa beni sorgulamaya mı? Burası savcının odası değil. Siz savcı değilsiniz; ben de sanık değilim. Burası hastahane!”

                 Biraz yumuşamıştı nihayet.. “Bakınız, ben taksitle konuşan bir hekim olsam belki haklı olabilirsiniz. Ben insanlarla göz temasında bulunup hastalıkları hakkında bilgi veren birisiyim.. Ya taksitle konuşan biri olsaydım...” demek zorunda kalmıştım.

                “Şuyuu vukuundan beterdir” diye bir söz vardır. Yani dedikodusu kulaktan kulağa öyle bir yayılır ki bir süre insanlar o yalana inanır. Bu yüzden böyle can sıkıcı hadiselerde bazen susturucu cevap vermek gerekebiliyor.  Hastaları hastalıkları hakkında bilgilendirmenin mutlak gerekli bir prosedür olduğuna öteden beri inanırım ve bu yolda da gayret gösteririm. Ama hasta beni yönlendirmemeli... Geçenlerde bir erkek hasta ile konuşuyoruz.. Hastanın beli ağrıyor.. Gerekli tetkiklerden sonra kendisine bu ağrının böbreklerden değil de belden kaynaklandığını söylediğimde kabul etmeyip tepki göstermişti. Sanki şöyle düşünüyordu:”Böbrek hastalığı teşhisi konulması için ne kadar da ümitliydim; hayallerim şimdi yerle bir oldu.!”

                Hastamı ikna etmek mümkün olmayınca şunu söylemek zorunda kalmıştım:”Tıp otomobilinin direksiyonunda ben olayım, siz arka koltukta oturunuz. Direksiyona geçerseniz ikimiz de uçurumu boylarız!”