Hastaneden yeni gelmiştim. Muayenehanemdeki hasta bekleme odasından odama geçerken bekleyen hastaların mevcut olduğunu görmüştüm. Çok yorulmuştum. Sekreterim Nilgün'e bir kahve yapmasını, içtikten ve şöyle bir nefeslendikten sonra hasta kabul edeceğimi söylemiştim. Biraz sonra kahvem geldi ve şöyle koltuğuma yaslanıp zonklayan başımı arkaya dayadım, gözlerimi kapatıp dinleniyor, arada bir de kahvemden yudum almaktaydım.  Böyle yorgun ve stresli durumlarda kendimi çocukluğuma götürürüm ve kırlarda toplamaya çıkarım hayal aleminde... Hele ırmakta yıkanırken “yardan atma” yarışı dediğimiz suya balıklama atlama anlarını düşündüğümde ruhum adeta beni terkedip uzaklara, çok uzaklara gider.

Beni bu hayal aleminden Nilgün'ün içeri girişi uyandırmıştı.
           
“Sıra onların değil, ama tanıdıklarınız olduğunu söyleyip içeri girmek istiyorlar!”
           
“Diğer hastalara bunu nazikçe söyle de yanlış anlamasınlar!”
           
“Zaten gerekli müsadeyi  verdiler. Onların bu telaşlı halini görünce anlayış gösterdiler!”
           
İçeri tanıdığım bir çift giriyor.  Yavuz bey ve  eşi Şermin hanım. 40 yaşlarındalar. Bu aileyi ben 10 yıldır tanıyorum. Erkeğin annesini ve babasını da ameliyat etmiştim. Yavuz bana sarılıyor. Eşine de hoşgeldiniz deyip tokalaşıyoruz; ama gözleri kızarık ve nemli. Belli ki çok ağlamış.
           
Koltuğa oturmuş, öyle bir süre sessizce bana bakıyorlar. Vücut dilleri pek de hayırlı haberler vermeyecek gibi görünüyor. Yavuz elindeki tetkik sonuçlarına bakıp bakıp içini çekip durmaakta... Eşi Şermin de ellerini nereye koyacağını bilememekte...Sıkıntılı anlarda insanın elleri adeta büyür ve insana yük olur. Arada bir öne doğru eyilip dirseklerini bacaklarına yaslayıp ellerini şakaklarına götürmekte. 
           
Ben de konuya nereden gireceğimi düşünüyorum. Öyle bir cümle kurmalıyım ki gönül telleri incinmesin. Ayağa kalkıp Yavuz'a doğru ilerliyorum ve elindeki kağıtları işaret ederek “Galiba tetkik sonuçları” diyorum. Yavuz derin bir iç çektikten sonra “Evet, nefrolog bir teşhis koydu, dünyamız yıkıldı!” derken sesi titriyordu.
           
“Hele bir rahat olun, bir de ben inceleyeyim!”
           
“Zaten seni ailemizden birisi olarak gördüğümüzden bir de senin fikrini alalım diye geldik!”
           
Tetkikleri inceliyorum.  Kronik böbrek yetmezliğinin tüm laboratuvar bulguları  söz konusu...
           
Şermin konuşma cesareti bularak “Kayınpederime de aynı teşhisi siz koymuştunuz, ben de mi!”
           
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Ben kuracağım cümleleri düşünürken Yavuz ağlamaya başlıyor. “Bir evden bir kurban yetmez mi! Şermin de diyalize girerse biz mahvolduk!”
           
“Yavuz hele sakin ol, Allah kerim. Gün doğmadan neler doğar!”
           
“Yani Şermin de mi diyaliz hastası?”
           
“Yavuz ne yazık ki öyle. Keşke yalan olsaydı, ama öyle. Nefroloğun görüşlerine katılıyorum” dediğimde Şermin de ağlamaya başlıyor.
             
Haklılar. Yavuz'un babası da şu anda diyalize girmekte...
             
O anda şunu düşünüyorum: “Hakikaten bazı insanlar kadersiz mi doğuyor!”
             
Hani derler ya “Bir evden bir kurban yeter!” Burada aynı evden iki kurban çıkmaktaydı. Çıkarken kapıya kadar uğurlamış ve teselli etmeye çalışmıştım.
           
Bilindiği üzere toplumsal dayanışma ve özveri bizim toplumumuzun en belirgin özelliklerinden birisi... Şermin'e bir süre sonra kız kardeşi böbreğini verdi ve diyalizden kurtulup normal hayatına dönmüş oldu.
           
Herşeye rağmen hayat yaşamaya değer.


BİR  FIKRA
    
İLACINI  UNUTMUŞ

Hemşire ısrarla hastayı dürtüklüyordu. Nöbetçi doktor sordu: 
             
“Hayrola hemşire hanım, ne yapıyorsunuz!”
             
“Hastayı uyandırmaya çalışıyorum, ilacını almayı unutmuş.”
             
“Ne ilacı?”
             
“Uyku ilacı!”

OP.DR.FİKRET SOLAK....0535 337 4870