Sultan Alp Aslan, Malazgirt Meydan Muharebesi’ni kazandıktan sonra, Roma/Bizans  İmparatoru ile bir barış antlaşması imzalamış ve Selçuklu – Roma/Bizans sınırının Malatya ve Erzurum’dan geçmesini istemişti. Galip gelen tarafın hudut belirlemesi, yani  “ Ben bu hududu geçmeyeceğim, sen de bu tarafa geçmeyeceksin” demesinin anlamı açık olsa gerek!

Alp Aslan’ın amacı, Roma/Bizans İmparatorluğu’nu yıkmak değildi; sınırların yeniden tanımlanması, imparatordan düzenli haraç ve ittifak sözü kendisi için yeterliydi; İmparatoru belirli şartlarla serbest bıraktı.

Malazgirt Meydan Muharebesi’nin hakiki değerini kazanabilmesi, mağlup Roma/Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in, tahtını ele geçiren yeni imparatorun adamlarına yenilmesi ve kapatıldığı manastırda 1072 yılında ölmesi üzerine oldu.

Yeni Roma/Bizans yönetimi, antlaşmayı bozmakla büyük bir siyasî ve askerî hata işlediğini birkaç yıl sonra daha iyi anladı. Romalılar geçici bir süre için statükoyu korumayı bilmiş olsalardı, ülkelerinin içinde bulunduğu siyasî ve askerî bunalımların giderilmesine daha kolay bir şekilde imkân bulabilecekler ve Anadolu kısa zamanda ellerinden çıkmayacaktı. Hâlbuki Romalılar bu hususta büyük bir basiretsizlik göstermiş ve antlaşmayı bozarak Selçuklulara karşı düşmanca hareketlere devam etmişlerdi. Bundan dolayı, zaferin meyvesini alamayan Selçuklular için taarruz etmek meşru bir hak haline geldi.

Alp Aslan, 1072 yılında antlaşmanın Roma/Bizans tarafından bozulduğunu öğrenince, emrindeki beylere Anadolu’nun fethini tamamlama görevi verdi.  Bundan sonra, taarruz etmeyi tabii bir hak sayan Türkler, çok kısa bir sürede Anadolu’yu bir Türk yurdu haline getirdiler. Yeni topraklara Müslüman Türk göçü giderek hızlandı.

Anadolu’ya o tarihlerde sahip olan Roma/Bizans İmparatorluğu’nun büyük askeri gücü, yanlış olarak inanıldığı ve ileri sürüldüğü gibi Malazgirt Meydan Muharebesi ile tamamen yok edilmiş değildi. Türkler, Malazgirt zaferinden sonra da: 1072’de Kayseri’de, 1073’te Paflagonya’da yani Sinop- Çankırı- Amasra arasındaki bölgede, 1074 yılında Antakya’da kendilerinin birkaç katı güçteki Roma ordularını ağır yenilgiye uğrattılar. Eğer Roma’nın askerî gücü Malazgirt Meydan Muharebesi’nde tamamen yok edilmiş olsaydı, daha sonraları Roma İmparatorluğu tekrar büyük kuvvetlerle Türkler’in karşısına dikilmez ve Anadolu’yu geri almaya teşebbüs etmezdi.

Malazgirt’in önemi, bilhassa zaferden sonraki siyasî durumun Müslüman Türkler lehine gelişmesi ve Anadolu’nun Türk’e yurt yapılması meselesinin gerçekleşmeye başlamasıdır. Bu Türk fetih hareketi, 1072- 1085 yılları arasında o kadar süratli cereyan etmişti ki, Türk orduları Batı’da Ege ve Marmara kıyılarına ulaşmışlardı.  Anadolu’daki nüfus çoğunluğunu yerli Hristiyan unsurlar teşkil etmelerine rağmen, Türkler kısa süre içinde Anadolu’da hâkim zümre oldular.

1176 yılında Romalılar’a karşı kazanılan Myrokefalon ( Karamıkbeli ) Zaferi sonunda ise Türkler, Ege havzası dışında Anadolu’ya tam manasıyla hâkim olabildiler.

Yine bu zaferin Türkler tarafından kazanılmasından sonra, Anadolu’daki yerli Hristiyan kitleler, Roma İmparatorluğu’ndan ümitlerini tamamen kestiler ve artık yeni politik duruma, Anadolu’nun yeni sahiplerine tabi olmak zorunda kaldıklarını anladılar.

Bundan yarım asır sonra başlayan Moğol istilası sonunda, Türkistan’ dan gelen yeni göç dalgaları Türkleşmeyi hızlandırarak doğudan batıya Anadolu’yu baştanbaşa bir Türk yurdu haline getirdi. O güne kadar yapılmayan imar faaliyetleri de hızlandı. Bugün bile hayranlıkla seyredilen sanat eserleri Türk mührünü Anadolu’ya vurdu.