O sıcak Temmuz günlerinin tadını çıkarayım diyordum içimden. Arabadan inip şöyle bir yürüyeyim, her bir köşesinde mazinin izleri gizli bu toprakları bir dolaşayım, tadayım diye düşünüyordum. O tahta ve benim gözümde ''asma'' olan köprünün üzerinde durup ellerimi önden kavramıştım. Düşünen bir adam...Dediğim gibi sıcak bir gündü, ama bahar sayılırdı buralarda bu mevsim. Karlar geç eridiğinden yazı bahar olarak kabul etmek gerekiyordu. Şair diyor ya...

            ''Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler...

            Ömrünün her günü bir başka düğün,

            Bülbüller koynunda açtı çiçekler,

            Güller dökülürler göğsüne bütün,

            Gerçekten güzelsin, efsane değil...''

            Taşların üzerinden akan suyun çıkardığı sesi dinlerken maziye dalmışım. O sözü çok severim: ''Kökü mazide olan atiyiz.'' Doğduğu toprakları telaffuz etmekten çekinen, bel ki de utanan nice insanlar görmüşümdür çevremde. Kimse alınmasın ama ''sosyal sınıf atlama'' endişesiyle veya özentisiyle doğduğu toprakları anmak istemeyen kişileri düşünüce tebessüm ediyordum o an... Bilgi yüklü, ama vefadan, merhametten uzak nice ''yaşayan ölüler'' görmüştür bu gözler... Tabir çok ağır gelmiştir belki, ama böyle vasıflandırmak geldi içimden. Mensup olduğum sosyal sınıf, doğup büyüdüyüm coğrafi bölge bende neden hicap duygusu uyandırsın ki! İnsanlığım buharlaşmasın da! Hani Mevlana diyor ya: ''Nice insanlar gördüm üstünde elbise yok/ Nice elbiseler gördüm içinde insan yok!''

            Duygu okyanusunda gezinti yaparken omuzuma dokunan bir el ile arkama döndüğümde o kadim dost ile gözgöze geliyorduk. Evet, senelerdir görmediğim Tarık abiydi o... Sarılıyoruz. ''Duydum geldiğini, ben de diyordum ki nasıl etsek de bir görüşsek!'' Ben de elimi onun omuzuna koyuyordum. ''Abi çok memnun oldum seni gördüğüme'' dediğimde aramızda kalbi bir köprünün kurulmuş olduğunun farkına varıyordum. Ben sormadan o anlatmaya başlıyor: ''Emekli oldum, köydeki evi elden geçirdim. Hayvancılık yapıyorum. Nisan'da gelip Kasım'a kadar köyde kalıyorum. Sonra kışa Soğukşehir'e dönüyorum. Hayat işte!''

            ''Gel şu taşların üzerine oturup sohbet edelim'' dediğimde tebessüm ediyor... ''Sen taşın üzerine mi oturacaksın, gel bizim bahçeye gidelim, sandalyede oturursun!'' Tebessüm sırası bendeydi... ''Abi ben köklerimden kopmadım ki! Kendimizi çok da matah bir şey zannedersek kibir bizi esir alır ve farkında olmadan ruhumuz firavunlaşır! Aman Allah korusun!'' Omuzuma dokunuyor... ''Hadi o zaman oturalım da uzun sürmesin. Bak karşıdan gelenler kim bakalım!'' Karşıdan vuran güneşe karşı sağ elimi bir paravan gibi kullanıp bakıyorum o kalabalığa... ''Abi onlar kim?'' Gülüyor... ''Eşim, çocuklarım, kardeşlerim. Elbette senelerdir görmediğin için nerden tanıyacaksın!'' Ayağa kalkıyor... ''Bir programın var mı? Gel bizim bahçedeki ziyafete sen de katıl! Bir daha ya kısmet, seni nerde göreceyim ki!'' Bende de o mizaç yok ki! Aç olsam bile ''tokum'' demem gerektiğini telkin eden bir kültürden geliyorum zira. Bu duygu hem de iliklerimize işlemiştir... ''Abi ben sizlerin keyfini bozmamayım, aile meclisinin içine girmek ayıp olur. Hani kovanda yabancı bir arı olarak hissetmek istemem kendimi!'' Sağ elini bir yelpaze gibi kullanarak itiraz ediyor ve belimi kavrıyor. ''hayır bırakamam, hemen geliyorsun. Çok ayıp, seni burada bırakıp gideceğim öyle mi!'' Mecburen davete icabet ediyorum. Hani derler ya ''çağrıldığın yere erinme, çağrılmadığın yere yerinme!'' Ben de ''erinmeyip'' o güzel bahçeye gidiyorum onunla. Cağ kebap kızarırken bu yeni bahçeye bahçeye bakıyorum. Çocukluğumuzda burada sanırım bir ev vardı ve bir kısmı da ''mezbelelik'' şeklindeydi. Burada birgün meyve ağaçları ile süslü bir bahçe hayal etmek ne mümkündü! Elma, vişne, kiraz ve ayva ağaçlarını gördüğümde şaşırıyorum desem abartmamış olurum.

            ''Duyuyoruz'' diyor Tark abi, ''köyümüzden gelenlere ilgi gösteriyormuşsun, araya mesafe koymaman da çok hoşlarına gidiyormuş!'' Ayağa kalkıyorum... ''Biz kendimizi ne sanıyoruz ki yani! Neticede toprağın altına gitmeyecek miyiz! Faniyiz hepimiz'' diyorum. Cağ kebabı uzatıyor... ''Bak sen konuşurken bir şey yiyemedin, biz malı götürdük'' dediğinde gülüyorum. ''O sözü çok severim'' diyorum... 'Katranı kaynatmakla olur mu şeker, dünyanın düzeni bu, herkes aslına çeker!'...''

            Bir yandan da cağ kebabın tadına bakıyorum kuş sesleri arasında... ''Şu ortamı ne kadar özlemişim abi, kafamı dinliyorum'' diyorum. Aklıma bir başka özdeyiş geliyor ve söylüyorum... ''Aptal ata binince bey oldum sanır, ayran aşa girince yağ oldum sanır!'' Başıyla onaylıyor.... ''Hani bizim buralarda sonradan görme insanlar için söylenen güzel bir söz vardır ya!'' dediğimde düşünüyor. ''Çıkaramadım'' dediğinde atılıyorum... ''Söyleyeyim mi?''

            ''Merakta bırakma da söyle!''

            ''Ne oldum delisi derler ya!''

            Sohbet koyulaşmıştı... Armut ağacının altına gelince tebessüm ediyorum. ''Abi bu armut ağacı bir anımı tetikledi, anlatmadan geçemeyeceğim!''

            ''Anlatsana!''

             ''Ameliyat ettiğim bir hastam armut zamanı beni bahçesine davet etmişti. Yakın köylerden ufak tefek ve de sempatik bir insandı. Mehmet Amca yani... Neyse eşimle bir pazar günü bahçesine gidiyoruz. Armutlar da tam olgunlaşmış ve adeta dal kırıyor. Karşıda da onun inekleri otlamakta... Neyse, beyaz bir un çuvalını alıp armut ağacına tırmanmıştı ve armutları doldurmaya başlamıştı. Baktım ki çuvalın yarısına kadar doldurmuş. Aşağıdan sesleniyorum: 'Mehmet amca yeter, bu kadar armudu kim yiyecek, yazık olur, çürürler!'... Gönlü zengin bir insandı. Cevap veriyor: 'Yersiniz gayri, biz de yiyemeyiz!'  Ve toplamaya devam ediyor. Yine seleniyorum... 'Yeter mehmet amca!'... Aşağıya bakıp inekleri de işaret ederek 'bak bizde de nüfus az, toplayayım götür, yoksa şu ineklere yedireceğim. Onlar yiyeceğine siz yiyin!' Eşimle aşağıda gülüyoruz bu kalbi ve riyasız cümlelere... Vefat etti o güzel insan!''

            Gülüyor Tarık abi...

            Nasıl bitirsem, tamam aklıma geldi. Muhatabına gönderme yaparak sonlandırayım... ''Kızım sana diyorum, gelinim sen anla!''

             Neyi mi? Canım kibiri kastettim yani...