Yangın ile çevre zararına ancak “kat çıkmış” olabilir bu tesis. Siz yangının değil, buradaki tesislerin bugüne kadar İzmit Körfezi’ne verdiği zararın ölçümünü yapın esas” diye yazdı.

“Bu tesislerin yanında bir gün nasıl geçerdi?”

Melike Karakartal şubat ayında Hürriyet’te yayınlanan Olmayan “çevre”ye zarar ölçümü başlıklı köşe yazısında, “80’lerden itibaren 99’daki büyük depremde yıkılana dek, bu fabrikanın yanındaki evimizde yıllarımı geçirdim. Daha yangına varmadan, bu civardaki tesislerin çevreye verdiği akıl almaz ölçüdeki zararın birinci elden şahidiyim. Fabrika bölgesinin yakınında sıradan bir gün nasıl geçerdi, size anlatayım…Bizim “deniz” dediğimiz mavi değildi. Fabrikanın düzenli olarak denize boya akıtılmasından ötürü, her gün uyanıp camdan baktığımızda farklı bir renk görürdük.  Kırmızı, mor, sarı…

Öbek öbek katran adacıkları sürüklenirdi sahilde doğru. Bazen denizin üstü rengarenk görünen ince dokulu bir tür yağ ile kaplanırdı. Denizin tuhaf tuhaf parladığında “yağ bırakma günü” olduğunu anlardık. Akıtılan tüm pislik güneş ışınlarıyla ısındıkça berbat kokardı. Tesis, mis gibi havasını da kirletirdi Yalova sahilinin. Yanıbaşımızda yemyeşil Samanlı Dağları olmasına rağmen baskın taraf fabrika idi. Bana şimdi “Yaz kokusu nedir?” diye sorun, size kimyasal atık-yosun-iyot karışımı bir koku tarif ederim. Çocukluğumun kokusu budur çünkü.

Fabrikanın iskelesine büyük gemiler yanaşırdı hammadde aktarımı için. O vakitler yağ, kirlilik ve koku baş edilemez olurdu. Sahilin kavis yaptığı noktalarda tüm pislik üst üste birikirdi. Sitelerin akıttığı lağım, fabrikanın kimyasal atıkları, dev bir yosun ormanı ile birleşir, tüm pislik bu noktalarda toplanırdı. Bazı günler suya bakamaz, nefes alamaz hale gelirdik. Günlerce gitmezdi bu birikinti. Burnumuz lağım ve kimyasal pislik kokusuna alışırdı bir zaman sonra…

Deniz=Yasak

Denize girmek “yasak” kelimesiyle eşti. Ayağımızı bile sokmaya korkardık. Bazen ters akıntı olur, denizin yüzeyi temiz görünürdü. Tuttururduk “Ne olur bir kere girelim” diye. Nadiren izin koparır, başımızı suya sokmadan yüzerdik.

Denizden her çıkışımızdaki “rutin” neydi dersiniz? Mayomuzun içine kaçan kapkara katranı yağlı bir krem ve bir pamuk yardımıyla temizlemek…Doğru okudunuz, belgesellerde gördüğümüz katrana bulanmış su kuşlarına dönerdik.

Katran temizleme seansı uzun sürerse cildimiz yanmaya başlardı. Hemen duşun altına girer, kendimizi kazıyarak yıkardık. Bu sahildeki yüzlerce, binlerce insan bu fabrika sayesinde kimyasal çöplüğe dönmüş denizden çıkan balıkları yedi.

Bu sahildeki havayı soludu. Bir zamanlar, insanların yazları oturmak için ev aldığı cennet gibi bir sahilin kimyasal çöplüğe dönüşmesine bu civarda oturan herkes şahittir. Şimdi yangın sonrası “zarar ölçümleri” yapılıyor bu fabrikada. Gülelim mi, ağlayalım mı, ne yapalım bilemedim…

Fabrika bugüne dek bulunduğu çevredeki tüm doğal yaşamı öldürmüş, senelerce etrafında yaşayanları zehirlemiş, kimsenin umurunda olmamış, şimdi “Yangın acaba çevreye zarar verdi mi?” diye ölçüm yapılıyor. Sanki daha önce hiç zararı yoktu, bir yangın oldu, öyle başladı hikaye… Yangın ile çevre zararına ancak “kat çıkmış” olabilir bu tesis.

Siz yangının değil, buradaki tesislerin bugüne kadar İzmit Körfezi’ne verdiği zararın ölçümünü yapın esas. Merak ediyorum, çevreye verilen zararı idrak ettiğinizde rakamları kamuoyu ile paylaşmaya cesaretiniz olur mu…” diye yazdı. 
Editör: TE Bilişim