Sevdiğim bir fıkradır; anlatayım: Soylulardan bir bayan, birgün Voltaire'ı görünce kızgınlık içinde bağırmış: “Siz ötede beride benim için dedikodular yapıyor, hafif kadın olduğumu söylüyormuşsunuz!” Voltaire gülümseyerek “Aman efendim, demiş, nasıl olur, bir yanlışınız var. Ben her zaman yeni ve duyulmamış sözleri söylerim. Herkesin bildiklerini tekrarlamaktan hoşlanmam.”

Bu fıkra ile başlamamın sebebi, insanı, zikzaklar yapan o mıymıntı insan tipini anlatmak. Hele de herkesin karakterini iyi bildiği bir insanı sordukları zaman mümkünse onu olduğu gibi aktarmak... Bunun adı o kişiyi  kötülemek, karalamak olmamalı. O kişinin karakteri hakkında soruluyorsa mümkün olduğunca yorum yapmamaya ve fikir beyan etmemeye özen göstermişimdir.

Fakat içimden de bir ses der ki “Tamam da o insan güvenilmez, yanar döner, kaypak birisi... Sana zamanında ne vefasızlıklar yapıp zarar verdi. Şimdi kol kırılıp yen içinde mi kalsın? Ya o soran insana da zarar verecekse. Vebal senin üzerinde kalır. Doğruyu söylesene!” İki arada bir derede kaldığım durumlar olmuştur.. Bana sordukları adam güvenilmez birisi.. Onu onlara olduğu gibi anlatsam dedikoduya girer mi diye endişelendiğim durumları hep yaşarım.. Ama  o öyle birisi..Eğer birin üzerine beş koyarak anlatırsan vebal o zaman başlar diye düşünüyorum.

O kutlu sözü de hatırlarım: “Zanda ileri gitmeyin, zira zannın bir kısmı günahtır.”

Zaman zaman bana sorarlar: “Bu kadar işinin arasında konu bulup da yazmayı nasıl beceriyorsun?” Konumuz insan olduğuna göre yazmak kolay, malzeme bol anlayacağınız.

Hele de iyi bir gözlem yapıyorsanız. Poliklinikler insan davranışlarını gözlemleme laboratuvarı gibi algılanırsa yazmak kolay olur.

En çok içerlediğim, antipati duyduğum insan tipi, doğruları söylemeyip güya tarafsız kalan ve sorulanları saptırıp geveleyen, topu taca atandır. Ben ne sordum, adam bana neyi anlatıyor..O anda içimden derim ki:” Boşver dağda bayırda dolaşmayı, ovaya in, sadede gel!”Güzel kardeşim şu sorulanlara net ve dürüstce  cevap versene. Senin hayatın “ne şiş yansın ne kebap” prensibi etrafında dans etmekle mi geçecek hep! Kalıbına bakan da seni kişilikli biri sanıyor. Oktay Sinanoğlu'nun güzel bir tarifi vardır: “Ben onları gözlerinden tanırım.”

Bir bilge kişi ne güzel söylüyor: “Eflatun'u severim, ama hakikatı Eflatun'dan daha çok severim!”

İnsandan beklenen, hep doğruyu söylemek. “Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek.”

Derler ya “bir insanı anlamak, tanımak için ya borç vereceksin, ya da yolculuk yapacaksın!”   Çok samimi olduğum bir arkadaşım vardı. Aynı hastanede 4.5 yıl beraber ihtisas yapmışız. Birgün bir ortamda aleyhime konuşulmuş, o ise ağzını açıp savunmamış beni. Halbuki ben onu haklı olduğu her ortamda savunmuş, desteklemiştim hep. Hep arkasında olmuştum. Ne akar, ne kokar karakterinde bir insanmış meğer...

Bir meslektaşım daha vardı diye başlayacağım yine. Ben onunla ilgili vakaları muayenehanemden hep ona yönlendirirdim. Cerrahi endikasyon koyabilmem için onun görüşü önemliydi ve vakanın bana tekrar dönmesi gerekiyordu elbette. Branşını söylemeyeceğim, belki de görüntülü sistemle uğraştığı tahmin edilebilir. Birgün baktım ki ona görüş için gönderip de dönmesini beklediğim hastalar ertesi gün gelip bir başka branşdaşıma yatıp ameliyat oluyor. Bir, iki, üç...Bu böyle devam ediyor. Şu ikiyüzlülüğe baksana! Benim de saflığımın derecesine... Kendisine Bir şey sormayı gururuma yediremeyip insani ilişkilerimi en alt seviyeye indirdiğimde yaptığı hatayı anlamıştı sonunda. Birgün bana gelip “Neden selamı sabahı kestin?” diye sorduğunda sadece şunu söylemiştim: “Onu kendine sorarsan anlarsın!” Aslında şöyle demem gerekiyordu: “Senin gibi dostum varken düşmana ne gerek var!” O günden sonra o arkadaşımın adını telefon rehberimden sildiğim gibi hayatımdan da çıkardım.. Hala da görüşmüyorum.

Birkaç aylık asistanım. Birgün vizitte hasta sunuyorum. Kıdemlim, ben ve hocamız...Hocam başladı beni haşlamaya. Hasta için tutulan klinik yolu yanlış buluyor. Halbuki ben talimatı kıdemlimden  almışım. İnsiyatif kullanmam zaten mümkün değil. Kıdemlinin yüzüne bakıyorum, ses yok. Vizitten sonra kendisine sitem ettiğimde verdiği cevaba şaşırmıştım: “Sen kıdemsizsin, benim yerime de fırça yedin ya. Söyleyip de ben de mi azar işitseydim!”

Hele bir de ortada bir pasta bölüşümü varsa yandı gülüm keten helva..İnsanlar  tamahkarlıklarını ortaya koyuyorlar. Maddeye biat bu olsa gerek. Mevlana müritleri ile giderken bir köpek ve bir sürü yavrusuna raslıyorlar. Yavrular birbirleri ile oynaşmakta, koklaşmakta. Müridi “Üstadım, bunlar insanlardan daha güzel geçiniyorlar birbirleriyle.. Ne kadar güzel bir manzara” dediğinde Mevlana  cevaplıyor: “Hele ortalarına bir kemik at, görürsün o zaman manzarayı!”

DOKTORA  TEŞEKKÜR

Saçları dökülüyordu. İstanbul'da ünlü bir doktora koştu. Doktor kendisine bir ilaç verdi. Ve de her hafta ilacın etkisini öğrenmek için saçından bir tel göndermesini istedi. Saçı dökülen adam, her hafta saçından bir tel koparıp gönderiyordu. Doktora sonunda şu mektubu yazdı. “Sevgili doktor..Saç çıkaran harika ilacınızı aralıksız kullandım. Sizin de sonucu öğrenmeniz için her hafta saçımdan bir tel yolladım. Yalnız gelecek haftadan itibaren bu arzunuzu yerine getiremeyeceğim. Çünkü bu mektubun içindeki, başımda kalan son teldi.”