Zayıf, yüzü kemikli, kartal burunlu bu adamın ağarmış saçları ve mavi gözleri bana birisini hatırlatıyordu. Tebessüm ediyordu, bir eski dost idi o muhtemelen... Böyle durumlarda muhatabıma ismi ile hitap etmek isterdim. Elbette o bana ismimle hitap ederken ben ''ortadan'' konuşamazdım ya... Ona sezdirmeden bilgisayara bakıyorum ve adını görüyorum, ama içimde yine de bir şüphe var. Sekretere yavaşca soruyorum: ''Hangi hastayı aldın?'' Ve o da anlamış olacak ki içinde bulunduğum zor durumu, aynı ismi fısıldıyor. Evet, bu o... Vakur duruşundan ve kelimelerin hakkını vererek yavaş konuşmasından ve ses tonundan onu tanıyorum. Bir ''eski ve kalbi dost...''  Bir sessizlik... ''Galiba beni çıkaramadın'' demesine ramak kala kalkıyorum ve boynuna sarılıyorum. Zira bu aile ile diyaloğum bir hasta-hekim ilişkisinin çok ötesine taşınmış. Zaman buna şahit...

Evet, o Sinan'dı. Bu şehire geldiğim yıl tanıdığım ve kısa sürede samimi olduğum insanlardan biriydi. Benden birkaç yaş küçük olduğundan bana ''abi'' derdi. Yani resmiyeti ortadan kaldırmıştık ve her karşılaşmamızda kalp ısıtan ve gönül köprüsünü kuvvetlendiren o sözü çok söylerdi: ''Seni ailemizden birisi sayıyoruz artık...''

Hiç unutmam; bir gece nöbeti sırasında vizit yapmaktaydım. O zamanlar şimdiki gibi özel güvenlik elemenları nerdee! Asayişi sağlamak da nöbetçi hekimin sırtında... Bir odaya giriyordum; biraz da şaibeli veya mimlenmiş bir oda desem daha uygun düşer. Zira her nöbetten sonra meslektaşlarımız o odadan bahsederken yaka silkerdi. Orada silahla yaralanmış bir hasta yatıyordu ve bir oda dolusu da refakatçısı olurdu. Bunlara refekatçı denilemezdi bence... Korumaları veya fedaileri desek yeridir. Gariban hastanın başında bir tek refakatçı mevcutken o odada en az beş kişi bulunurdu ve argo tabirle bunlar ''tipi bozuk'' olarak tanımlanabilirdi. Açık söyleyeyim herkes de ''ortada kuyu var, yandan geç'' taktiği ile nöbeti kazasız belasız atlatma yolunu seçiyordu. Ben ise vizitte polisle odaya girdiğimde söze şöyle başlıyordum: ''Rica ediyorum, tek kişi kalsın, diğerleri odadan çıksın bir zahmet.'' Buz gibi bir hava esmişti o anda... Saatime bakıyordum... ''On dakika süre veriyorum, gelip bakacağım.'' Oradan birisi beni aşağıdan yukarı doğru süzüyor ve ''hocam eski köye yeni adet mi getiriyorsunuz, biz haftalardır böyleyiz'' dediğinde kabul etmeyeceğimi söyleyip çıkıyordum. On dakika sonra personelden odayı kontrol etmesini istediğimde asla çıkmayacaklarına dair bilgi geliyordu. Santralı arıyordum: ''Bana emniyet müdürünü bağlar mısınız!''   Ve konuşup rica ediyorum ve bir araba dolusu polis gelip hepsini bahçeye çıkarıyordu. O arada o kişilerden birisi bana parmak sallıyordu: ''Bunun hesabı sorulur!'' Ben de içimden şöyle diyordum: ''El mi yaman, bey mi yaman...''

Sinan bunu duymuş meğer. Ertesi günü muayenehaneme geliyor. ''Abi dün gece yaşadıklarını ve aldığın tehdidi duydum. Onlaruı iyi tanırım.Tekin adamlar değiller. Sen elini ateşe sokma. Ben o çakal sürüsüne gereken uyarıyı yapacağım. Seni yedirtmeyiz, rahat ol!''diyordu. ''Aman Sinan nahoş bir olaya sebebiyet vermeyelim, ne olur gözünü seveyim'' dediğimde bana sarılıyor... ''Abi biz de yol yordam biliriz, sadece uyaraxcağım. Arkanda olduğumuzu söyleyeceğim, onlar anlarlar'' diyordu.

Sinan böyle bir kalbi dosttu işte. Ama derler ya ''düşmez kalkmaz bir Allah...'' Hayat sürprizlerle doludur derler. Belki de kaderimizi yaşıyoruz da biz ona sürpriz diyoruz. Her neyse, aradan epey zaman geçmişti ve Sinan'ı göremiyordum. Ama başına da talihsiz bir olayın geldiğini aile efradından öğrenmiştim.

Birgün poliklinik yapmaktayım. Bir tutuklunun getirildiğini, beklemek istemediklerini, bir an önce muayene olmak istediklerini ilettiler. Hemşire çıkarken ilave ediyordu: ''Tutuklu da sizin samimi arkadaşınızmış, selam söylüyor.'' Şaşırmıştım... ''Bekletmeyelim, hemen alın'' diyordum. Ve içeri giriyor. Dramatik bir tablo ile karşı karşıyaydım. Hazin mi hazin bir manzara benim açımdan... Ortada Sinan ve iki tarafında iki jandarma... Ve elleri önden kelepçeli... Donup kalmıştım. Kalkıp ona yaklaşıyorum Gözgöze geliyoruz. İkimizin de gözleri yaşarıyor. Adeta birbirimizin düşüncelerini okuyoruz. ''Sinan geçmiş olsun''  diyordum titreyen sesimle...

Muayene ediyorum ve tedavisini düzenliyorum Çıkarken dönüp bir daha bakıyor ve başı ile veda ediyor.

Birkaç yıl sonra özgürlüğüne kavuştuğunda muayenehaneme geliyor ve uzun uzun sohbet ediyoruz.

Şimdi mi? Dostluk devam ediyor elbette...