''Adım Edip'' diyor, ''köyümüze hoş geldiniz!''  Sarı saçları kulaklarını kapatmış neredeyse... Üst dudaklarından sarkan bıyıkları da neredeyse dudaklarını görünmez kılmakta... Mavi gözlerinden kalbindeki o sevgiyi okumak mümkün gibi. Üzerindeki mavi çizgili ceketinin altındaki sarı gömleğinin altındaki boynundan sarkan  altın zincir dikkatimi çekiyor. Tokalaşmak için uzattığı sağ kolunda da bir altın künye görüyorum. ''Galiba köyde varlıklı olmanın bir işareti...''

Edip eliyle ileriyi işaret ediyor: ''Evimiz köyün ötebaşında...'' Babasının rahatsızlığını sorduğumda yüzünde derin bir endişe belirdiğini hissediyorum. ''İki gündür tuvaleti mesken tuttu. Uyku haram ona, dolayısıyla bize de... Tuvalete gidip en az yarım saat oturuyor. Rahmetli amcam şey kanserinden öldü. Ne diyorsunuz ona?''

''Prostat mı?''

''Hah işte ondan, prostat. Biz de ister istemez korkuyoruz hocam.''

Elimle omuzuna dokunuyorum. ''Edip güzel şeyler düşün.'' Ve bahçe içerisinde, ağaçlar arasına adeta saklanmış sevimli bir köy evinin önünde duruyoruz. Bahçe duvarları gayet ustalıkla yapılmış. Yanındaki yapıdan koyun sesleri geliyor. Tek katlı ve bakımlı bir villa burası. Bahçe oldukça geniş ve belli ki çeşitli meyve ağaçları var. Bazı ağaçlar adeta beyaz gelinlik giymiş bir gelin gibi arzı endam etmekte.... Kuşların o tatlı konseri ruhumda hoş bir etki bırakıyor. ''Edip siz köyde şehri yaşıyorsunuz. Bu ne bakımlı bir ev. Allah nazardan saklasın'' diyorum. Tebessüm ediyor...''Şükür...''

Ve içeriye giriyoruz. Evin salonunda yaşlı ve aksakallı babası yataktan doğruluyor ve ''hoşgeldiniz'' ile bizi karşılıyor. Edip'e soruyorum: ''Babanın adı nedir? İsmiyle hitap etmek isterim.'' Musa olduğunu söyleyince elimi hastanın omuzuna koyup soruyorum: ''Musa amca şikayetin nedir?''  Eliyle sakalını sıvazlarken alnındaki ter dikkatimi çekiyor. Belli ki oldukça sıkıntılı. ''Tuvaleti mesken tuttum... Damla damla...'' Muayene ediyorum. ''Musa amca idrar kesen dolu, sana sonda takacağım'' diyorum ve takıyorum. ''Ellerin dert görmesin, sanki dünyaya yeniden geldim gibi'' derken yüzündeki mutluluğu okuyorum. Prostatı oldukça büyük.

''Hastalığım ne?''

''Prostat büyümesi var. Yarın gelin yatırayım. Ameliyat gerekiyor gibi'' dediğimde başıyla onaylıyor. ''Razıyım, yeter ki kurtulayım bu meretten...''

İşimi bitirip ayrılacağım sırada eşi ''sofra hazırladım'' dediğinde sobadan yeni çıkmış patateslerin buharını görüyorum. ''tamam,buna hayır diyemem, çocukluğumu hatırladım'' deyip yemeğe başlıyorum. Musa amca söze karışıyor... ''Beni ameliyat edip sağlığıma kavuştur, vaadim olsun, sana bir koyun kesip getireceğim.'' Bu kalbi davranışı gururumu ve ruhumu okşuyor... ''Musa amca bir beklentim olamaz. Sakın öyle Bir şey yapmayın'' dediğimde sağ elini havaya kaldırıyor. ''Ben bağışlamaya niyet ettim, bu adak oldu; yerine getirmem lazım'' dediğinde Edip de başıyla onaylıyor.

Ve veda edip ayrılıyorum. Evet, o kadar güzel bir mevsim ki... Nisan ayı... Evet, rüzgar uyumuş ve her taraf sessiz. Sessizlik ve doğa gerçekten insanın ruhunu okşuyor. Ertesi gün hastayı yatırıyorum ve ikinci gün de ameliyat ediyorum. Taburcu edeceğim gün Edip yanıma geliyor. ''Hocam araban nerede?'' diye sorduğunda bahçede olduğunu söylüyorum.

''Neden sordun Edip?''

Tebessüm ediyor... ''Beraber insek, bir emanetin var da. Benim arabadan nakledelim!''

Bahçeye iniyoruz. Ticari arabasından bir çuvalı kucaklıyor. ''Bagajı açar mısın'' dediğinde şaşırıyorum.

''Edip bu ne?''

Gülüyor... ''Hani babamın bir adağı vardı ya, onu yerine getirdi.''

''Edip yoksa koyun mu?''

''Evet, koyun... Soyup iki parçaya ayırdım.''