Gecenin o saatinde o uğursuz telefonum çalmaktaydı. Göz kapaklarım beni dinlememişti ve televizyon seyrederken demek ki uykuya dalmıştım. Uyanıyordum, zaten icapçı olduğum günlerde o uğursuz cihazı bir kol mesafesinde yanımda tutarım. Çok da matah birşeymiş gibi...
Uyku sersemliği ile baygın gözlerle ekrana bakarken ''evet, yine acilden arıyorlar'' diyordum. Meslektaşımız anlatıyordu: ''Seksen yaşında bir bayan hastayı getirdiler. Merdivenlerden inerken ayağı kaymış, yuvarlanmış. Sağ böğründe fazlaca ekimoz var. Kan da işemekte. Sonda taktım, ayrıca kafasını da çarpmış. Sol gözünün etrafı da mor. Nöroloji uzmanı da gördü. Ne dersiniz? Hastayı bir görmenizi rica ediyorum!'' Hani ''hayır gelemem, zaten bugün ameliyat günümdü. Şu anda canlı cenazeyim...Daha yeni yeni kendime gelmekteyim, ne haliniz varsa görün'' diyecek halim yoktu elbette...Anlattığı bir böbrek travmasına benziyordu. O anda aklıma ninemin o sözü geliyordu: ''Ölüler sanırmış ki diriler her gün helva yiyor!''  
''Arabayı gönderin, ben de hazırlanıyorum'' diyordum. Ve bir süre camdan aşağıyı seyrediyordum. Evet, ambulansın o uğursuz ışıkları yanıp sönmekte... İniyorum, şoför arkadaşım adeta uçmakta. Hep şunu söylerim onlara: ''İnsan hayatında beş dakikanın her zaman önemi yok. Bir can kurtarmaya giderken canınızdan olmayın. Aşırı sürate ne gerek var! Kalp krizlerinde bile bu kural geçerlidir, aman dikkat!''
Acil poliklinikten içeri girince o curcunada zaten insanın vücut kimyası bozulur ya... Ama mecbursunuzdur deveyi gütmeye. Ve hemşire beni o hastaya yönlendiriyor. Muayene masasında inlemekte olan o bayan hastanın başına varıyorum. Başında genç bir erkek ve genç bir bayan da var. İdrar sondasından gelen idrarın rengi kıpkırmızı...Buna tıpta ''gros hematüri'' denir ve ciddi bir travmanın da habercisidir. Elbette ilk iş sormak, yani anamnez almaktır. ''Ayağım kaydı, merdivenden düşüp yuvarlandım'' diyor hasta. Muayenede böbrek nahiyesindeki ekimoz dikkat çekmekte. İyi ki tomografi de çekilmiş. İnceliyorum. Evet, sağ böbrek parankiminde yırtılma var. Hastaya ve yakınlarına ''yatırıp izlemek gerekir. Şimdilik acilen ameliyata almak gerekmiyor, kanama artarsa belki böbreğe stent koymak gerekebilir'' diyorum. Ve yatış işlemlerine başladığımda şaşırıyorum birden... Türkan adlı bu hastanın soyadına baktığımda bir an durup düşünüyorum. Başındaki gence soruyorum: ''Doğum yeri?'' Evet, ''Karlıilçe'' dediğinde donuk bakışlarla oğluna bakıyorum. Birden kalkıp tekrar hastanın başına varıyorum. ''Evet, bu çocukluğumuzda mahallenin Fahriye Abla'sı olan Türkan Abla'nın ta kendisi'' diyorum içimden...Hele o türküyü de ne güzel söylediği de o an aklıma geliyor... ''Söyle söyle sene ne oldu bele!'' Elimi başına koyup ''Türkan abla bil bakalım ben kimim? Hani iyice bir düşün!'' Bakışlarını dikkatlice bana yönlendiriyor... ''Tanıyacak gibiyem, heç de yabancı gelmirsen, ganım gaynadı sene!'' Kendimi tanıttığımda elimi sıkıca kavrayıp bırakmak istemiyor. Gözlerinden yaşlar akmaya başlıyor... ''Mahallenin o küçük çocuğu... Ne şanslıyam ki sene denk gelmişem... Emin ellerdeyim artık'' dediğinde sesinin titrediğini görüyorum.
Uzatmayalım, yatırıyorum ve tedavisine  başlıyorum. Üçüncü günden sonra kanaması giderek azalıyor. Hani feraset denilen bir kavram vardır ya... O kavram da bende az çok gelişmiştir hani...Merdivenden düşme şeklindeki bu izah tarzı da baştan beri beni pek tatmin etmiş değil yani...
Birgün akşam vizitindeyim. Başında da oğlu ve gelini yok. Vixit yapıp çıkmaya yelteniyordum ki ''bir dakika'' diyordu...
''Ne var Türkan abla?''
Elimi tutuyordu... ''Sen canım ciğerimsen, ben sana söylemedim. Ben merdivenden falan düşmedim!'' Susmuştu...
''Türkan abla ben de pek inanmamıştım, ama ailevi bir mesele olabilir, hani aile mahremiyeti vardır ya!''
''Söylüyorum işte... Bu hayırsız oğlum ve gelinim beni dövüp böyle hastanelik etti!''
İtiraz ediyorum... ''Ailevi konuları benimle paylaşmak zorunda değilsin!''
Yataktan doğruluyor... ''Anlatayım da rahatlıyayım. O akşam benden yüklü miktarda para istedi yine. Zaten hep ister ya... Hani o meret maddeyi kullanıyor. Kötü arkadaşın Allah belasını versin. Bana altımızdaki arabayı da sattırdı, bu uğurda yedi! Para veremediğim için beni meyit ettiler böyle!''
Üzüntüsünü biraz dağıtmak istiyordum ve o türküden, gençliğinde söylediği o türküyü mırıldanıyordum...''Yollarına baha baha daldı gözlerim. / Sene çatsın üreğimdeki sözlerim, / Söyle söyle sene bele n'oldu yar!''
Sırtına dokunuyorum...''Abla Allah kötülerle karşılaştırmasın'' deyip ayrılıyorum. On gün sonra taburcu ediyorum ve kontrole çağırıyorum. Onbeş gün sonra kontrole geldiğinde masama bir paket bırakıyor.
''Türkan abla bu ne?''
Tebessüm ediyor... ''Çam sakızı çoban armağanı... Azımı çoğa tut. Açarsan görürsün!''
Açıyorum... Kete yapmış. Öteki paketi de açınca içim bir hoş oluyor... Bir çift beyaz yün çorap...Kenarları kırmızı gül ile süslenmiş...
''Senin için ellerimle ördüm bu çorapları'' diyor ve boynuma sarılıyor...