İstanbul'un bir metalin adı ile anılan ilçesindeki mecburi hizmet günlerim son zamanlarda adeta 'rüzgar gibi' geçiyordu. Birleşik kelimeden ibaret ilçe isminin sonunda 'köy' vardı. Başındaki metalin de adını değiştirip mesela 'çelik' dersek şu ortaya çıkıyor: 'Çelikköy Belediyesi.'

Malum olduğu üzere postal seslerinin hakim olduğu o günkü iklimde kuvvetliler darbe yapıp belediyelere de rütbeli subayları 'başkan' olarak atamıştı. Böyle bir düzende o 'zat ı şahaneleri' de belediyeleri 'garnizon' ve çalışanları da adeta 'erat' gibi görmeye devam etmekteydi.  Bu biz sivillere göre sakat ve hastalıklı bir bakış açısı gibi gelebilir. Ve de bana zaten öyle gelmekteydi.. Öteden beri hep böyle düşünmüşümdür ve öyle düşünmeye de devam edeceğim. Konjonktüre göre de omurgamı yamultmam! Ama gel gör ki apoletli başkan hayata kendi penceresinden bakmaya devam etmekteydi. Olabilir, herkesin bir penceresi vardır.

Bu bir sosyolojik bakış açısıdır benim penceremden. Apoletlileri aşağılamak aklımın ucundan bile geçmez..Onlar da bu ülkenin vatansever insanları... Sadece o günlerin panoramasını ortaya koymak ve de resmini çekmek için böyle bir yorum yapma gereği duydum. Eskilerin meşhur bir sözü vardır: 'Size su sesi geliyor şimdi!'

O ilçe belediyesine kısaca B Belediyesi deyeceğim ve apoletli başkanı da 'zat ı şahaneleri' sıfatı ile anacağım.

Her neyse... Belediyedeki odamda hasta muayene ederken bizim hizmetli ve de 'herşeyi bilen' Şaban'ın hitabı ile başımı kaldırıp bakmıştım. 'Doktor bey başkan sizi istiyor. Acele gelsin dedi!' 'Tamam, şu hastaları bitirip giderim' dediğimde Şaban hemen atılıyor: 'Hemen gelsin dedi!' Mecburen hastaları bırakıp Zat ı Şahane'nin odasına yollanmıştım.  Sekreteri hemen içeri aldığında Zat ı Şahane mağrur ve de çok kızgın bir halde idi. Elindeki yazıyı bana uzatarak 'A semtindeki M marketinin kasap bölümünde bozuk et satıldığına dair ihbar geldi. Hemen zabıtayı ve sağlık memurunu alıp orayı denetlemeye gitmenizi istiyorum!' dediğinde şaşırmıştım. Zira belediye hekimliğine yeni başlamıştım ve farklı bir kulvarda koştuğumun da farkındaydım. Yani mevzuat hazretlerini daha bilmiyordum ki! Ya yanlış bir işlem yaparsam! Sorumlumuz olan hekime danışarak iş yapmaya çalışıyorduk. Sorumlumuz da o sırada başka bir göreve çıkmıştı. Ben ise hayatımda ilk defa böyle bir denetlemeye gidecektim. Haliyle tedirgin olmuştum Ağır bir görevdi. Tıpla uzaktan yakından alakası olmayan bir görev...

'Başkanım' dedim, 'sorumlu hekim arkadaş bir saate kalmaz döner. Ben usul yordam bilmem. Belediyede henüz yeniyim; ona danışıp prosedür hakkında bilgi alıp gideyim. Zira bu bir donanım meselesi. Bize tıp fakültesinde böyle şeyler öğretilmedi ki!'

Başkan kızardı. Bakışlarını sertleştirerek ayağa kalktı ve sağ elinin başparmağını bana doğru sallayarak  'ne demek bilmiyorum efendim, hemen gideceksiniz!'

Sabrım tükeniyordu. İçimden şöyle diyordum. 'Haddini bil densiz adam. Galiba burayı askeri garnizon, beni de erat sandı. Patolojik adam!' Zira bende de delikanlı çağındaki cevher sınır tanımıyor o anda. Gönlüme sınır çizilmesine isyan ediyorum adeta...

Üstelemedim. 'Onunla konuşup öyle gideceğim!' diyerek odasından çıkıyorum.

Apoletli kızmıştı. Zira emir demiri keser mantığına göre kurgulanmıştı onun beyni. Meğer erat gibi 'başüstüne efendim' dememi bekliyormuş. Bunu sonradan öğreniyorum 'herşeyi bilen Şaban'dan.'

Neyse... Ben de artık üstelemeyip o yazıyı alıyorum ve çıkıyorum. Öfke ile koridorun sonundaki başkan yardımcısının odasına girdiğimde elim ayağım titremekte. Beni görünce 'hayrola, birşeye mi canın sıkıldı? Hele otur bir çay söyleyeyim!' diyor. Oturmuyorum. 'Y bey o haddini bilmez adama tekrar gideceğim. İçime oturdu; haddini bildireceğim!' dediğimde elimi tutuyor. 'Kimden bahsediyorsun?' diye soruyor.  'Kimden olacak, başkandan bahsediyorum. Beni erat, burayı da galiba askeri garnizon sanıyor münasebetsiz. Zaten oturduğu koltuk da gasbedilimiş. Halk mı seçti onu?' dediğimde eliyle ağzımı kapatıyor. 'Aman sakın gitme. Onun kılıcının iki ucu da kesiyor. Zarar görmeni istemiyorum!' deyip beni sakinleştiriyor.

Sorumlumuz da bir süre sonra geliyor ve ben ekibi alıp belediyenin arabası ile M Market'i denetlemeye gidiyorum. Kasap bölümüne girdiğimizde kötü bir koku ile burnumu tutuyorum. Etler yerlerde ve kokuyor. Hemen numune alıyoruz. Aklıma Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'nun 191.ci  maddesi geliyor. Bu madeye göre belediye hekimi olarak benim o bölümü süresiz olarak kapatma yetkim var. Bir köşeye çekiliyoruz. Zabıt tutturuyorum. Son madde olarak 191 inci maddeyi söylediğimde sağlık memuru ayağa kalkıp kulağıma fısıldıyor. 'Gelin bunu uygulamayalım. Başınıza bela almanız istemem. Geçmişte bir hekim bunu uyguladı da görev yeri değişti!'

Mantıklı bulmuyor değilim. Zira çok keskin gitmekten vazgeçiyorum. Numune alıp çıkıyoruz.

Sonuç mu? Sıkı durun, söylüyorum: Bir süre sonra tarafıma bir sarı zarf geliyor. Açıyorum ve okuyorum: 'Numunelerin incelenmesi sonucu herhangi bir olumsuzluğa rastlanmamıştır!'

Zarfı elime alıp sallıyorum odada ve acı acı tebessüm ediyorum. İçime oturuyor adeta. Hayatın gerçeklerini kavrayabilmem için önümde daha çok yol olduğu gerçeği ile tanışıyorum.

Meğer 'gökyüzünün başka rengi de varmış..Geç anladım taşın sert olduğunu!'