O sessizlik adeta ruhumu dinlendiriyor. Asude bir ortam..Demek ki kafam ne kadar dolmuş ki, haberim yokmuş. Beyni dinlendirmek gerek.

            Yeğenim Gökhan'ın arazi arabası ile EĞRİLER diye adlandırdığımız yoldan vadinin tepesine tırmanıyoruz. Sarp vadi..Bir hata aşağıya yuvarlanmamıza sebep olur..Çünkü çok eğimli bir uçurumun ortasından gidiyoruz. Sudökülen'e gelince durmasını istiyorum. 'Gökhan şurasını sığdırabileceğin kadar sığdır!' diyorum.

            Yollar eskiye göre bayağı geniş, zemin de fena değil. 'Ah' diyorum, 'şu yollar asfalt olsaydı ne güzel olurdu!'  Tepeye varıyoruz, vadi ayağımızın altında.

            Uzaktan Allahuekber dağları ve sık ormanlık alan görülüyor. Kışın buralarda müthiş tipi olur. Kış sporları için biçilmiş kaftan diye düşünmeden edemiyorum.

            Yayla'ya varıyoruz. Hüzün! Zira etraf bomboz... Bu sene kuraklık öyle böyle değil yani. Arabamızı köyün ortasında bırakıyoruz. Doğruca doğduğum eve yöneliyorum. Bana 'yıkılmış ve harap' demişlerdi. İyi ki öyle değil. Sadece çatma dediğimiz giriş yeri değişmiş.

            Ellerimi önden kenetlemişim. Boş boş bakıyorum. Bir de bakıyorum ki yanaklarımdan aşağı sıcak bir sıvı akıyor. Evet bu bildiğimiz göz yaşları!  Erkekler ağlamaz tezini çürütüyorum o an... Elbette elimde olmadan. Resmini çekmeye cesaret edemiyorum evimizin.

            Şair diyor ya: 'Evimiz kutu gibi küçücük bir evdi/ Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi..' Evimiz küçük, ama balkonu yok elbette. Yeşil bir saksı ıtır da yok pencerede.

            Anılar dünyasına yolculuk. İçimden bir ses diyor ki 'çabuk ayrıl buradan, kalbin dayanmayabilir!' Ayrılıyorum.

            Abim diyor ki 'Metin abiye uğrayalım. Ve sağa sapıyoruz. Bahçe kapısını tıklatıyoruz ve içeriden Metin abi ve eşi çıkıyor. Koşup sarılıyorlar bize. Ama bana tereddütle bakıyorlar. Tanıştırılıyorum. Görmeyeli nereden baksan otuz yıl olmuştur. Bana atölyesini gezdiriyor. Şaşırıp kalıyorum.

            Böyle güzel bir ağaç işçiliği karşısında şapka çıkarmamak mümkün değil! Böyle bir marifeti olduğunu yeni öğreniyorum.

            İstanbul'da otruyormuş..Yazları geliyor ve temiz hava alıyormuş..BUrada yaptıklarını İstanbul'da satıyormuş..Sergilere de katıldığını söylüyor. Boğalar; ren geyikleri. Hem de tek parça.

            Kendisini kutluyorum ve duygulanıyor. Elbette marifet iltifata tabidir. Takdir edeceksin ki içindeki enerji harekete geçsin.

            Bir tepside soğuk ayran ikram ediliyor; kana kana içiyoruz.

 

                                                   BİR ÖZLÜ SÖZ

 

            Akrep kurbağaya der ki 'beni şu sudan karşıya geçirsene!' Kurbağa da der ki 'seni bir şartla geçiririm, ama beni sokmayacaksın!   

            Akrep 'tamam' diye söz verip kurbağanın sırtına biner ve karşıya geçerler. Sudan çıkınca akrep kurbağayı sokup zehirler. Kurbağa bozulur.. 'Hani söz vermiştin, sokmayacaktın!'

            Akrep tebessüm eder: 'Hani ben akrebim ya! Huyum bu!'

            Bunu niye yazdım? Ben de bilmiyorum, belki de bir sebebi vardır!