Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, işgal edilen ülkenin nasıl kurtulacağı konusu, vatansever halkın zihnini devamlı işgal ediyordu. Devletin başı olan Sultan Vahideddin de şüphesiz bu konuda üzgün, duyarlı ve tedirgindi… Sultan Vahideddin’in görünürdeki amacı, hangi şartta olursa olsun barış yapmak, saltanatın ve hükümdarlığının devamını sağlamak, ülkenin geleceğini ise, İngiltere’nin kararına bırakmaktı.
Sultan Vahideddin’in ülkenin bağımsızlığını kazanması konusunda kararlı bir tutum içinde olduğu ve bunu gerektirdiğinde hissettirdiğine dair en ufak bir ipucu yoktur. 
Padişahlık görevine de hazır olarak gelmemişti. Bizzat Sultan Vahideddin’in, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi’ye, “ Ben bu makam için hazırlanmadım. Şaşmış bir haldeyim. Bana dua ediniz” diye açıklamada bulunduğu bilinmektedir. (İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, İstanbul, 1953, s.2095; Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Sayfa 1)
İsmail Hakkı Okday ( Sultan Vahideddin’in damadı ): 
“…Sultan Vahdettin’in ince politikasının temelinde İngiltere’ye sınırsız bir itimat yatıyordu. Mütareke şartlarını öğrendiği zaman Sadrazam İzzet Paşa’ya ‘Bu şartları çok ağır olmalarına rağmen kabul edelim. Öyle tahmin ederim ki İngilizler’ in doğuda asırlarca devam eden dostluğu ve lütufkâr siyaseti değişmeyecektir. Biz onların müsamahasını daha sonra elde ederiz’ demişti. Anadolu’daki milliyetçilerin başarısı arttıkça, Sultan yakın çevresindekilere ‘Mustafa Kemal’e hayranlık duyduğunu ‘ söylemeye başlamıştı. Ama onu açıkça kabul etmeye ve bu kabulün neticelerine katlanmaya cesareti yoktu. Hatta 1921 Ocak’ında İngilizlerin Yunanlılardan desteklerini iyice çektikleri günlerde Ankara hükûmetini ve Büyük Millet Meclisi’ni tanıması için Mustafa Kemal’in uzattığı zeytin dalını tutma gücünü bile gösteremedi. ” (Murat Bardakçı, Şahbaba, Pan Yayıncılık, 2 nci Baskı, İstanbul, 2002, Sayfa 499-501, Belge 21)
 Sultan Vahideddin’in, 15 Nisan 1919’da, yani İzmir’in işgalinden bir ay önce, İzmir’de Hükûmet Meydanı’nda okunan bildirisini tarihe not düşmek adına belirtelim:
“…Galip devletlerle yapılan mütareke; millet, devlet ve memleket için hayırlı olacaktır. Mütarekenin hükümlerine uymak, millet ve memleketimizin selâmet ve emniyeti için elzemdir. İşgal kuvvetleriyle iyi münasebetler tesis olunarak, bunların memlekete medeniyet, halka refah getireceklerini, bu itibarla gelecek yabancı işgal kuvvetleri hangi din ve millete mensup olurlarsa olsunlar, kendilerine karşı Türk misafirperverliğine yakışır bir tarzda karşılanmaları lüzumu, şunun veya bunun tahrik, teşvik ve iğfaline kapılarak bu misafirlere karşı herhangi suret ve şekilde muhalefet ve muhasamata girişilmemesi…”( Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt 2, 21’inci Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2005, Sayfa 76)
Sultan Vahideddin ile hanedan hakkında çok nadir duyulabilecek sözler ise Sultan Abdülmecit’in oğlu Ahmed Kemaleddin Efendi’nin torunu Ahmed Kemaleddin Kereddin’e ait:
“…Abdülaziz’den sonra şehzadeler iyi yetiştirilmedi. Yerlerini dolduramaz hale geldiler. Bu, hakikat…
…Her hükümdar, saltanatın kendisine millet tarafından değil, Allah tarafından verildiğine inanır. Devleti kendi mülkü sayar. Mülküne ihanet etmez. İşte bu yüzden Vahideddin için hain diyemem. Bir şeyler yapmak istedi ama hülya içerisindeydi. Hezimetten kurtuluş için İngilizlerden atıfet bekliyordu. Viktorya İngilteresi’nin rüyasını görüyordu.  Bir hanedanın başka bir hanedanı ortadan kaldıracağını aklına bile getirmiyordu. Belki İstanbul’u, Avrupa’daki toprakları korumak istedi. Karşı çıksaydı, bu toprakların tamamı elimizden giderdi, mani olmayı düşündü. Ama hakikaten böyle mi düşündü, bilemem. Belki de kendi menfaatlerini ön plâna aldı. Ama dışarı gitmesi hata… Affedilmeyecek bir hata. 
…Osmanoğulları’nın başına gelenler, başka hanedanlarla karşılaştırıldığında, hiç de fena sayılamaz. Ortada, bizim aileyle mukayese etmek için, başka örnekler de var. Rusya’da Romanoflar’ın sonunu düşünün. Hanedanlarından bir kişi bile hayatta kalmadı. Hepsini kuşuna dizdiler. İhtilâl Fransa’sında kralın, kraliçenin bile kafası kesildi. Bizi sade dışarı göndermekle iktifa ettiler. Yıllar sonra da çok şükür geri gelmemize izin verildi. Dolaysıyla Atatürk’ün aleyhinde düşünmek mümkün değil. Bugün, ondan hareketle bugünlere geldik. Beter bir halde olabilirdik. ” (Murat Bardakçı, Osmanlı Hanedanının Sürgün ve Miras Öyküsü Son Osmanlılar, Sayfa 73,79)
Sultan Vahideddin’in her zaman yakınında bulunan özel doktoru Reşad Paşa’nın, Sultan Vahdettin hakkında ilginç tespitleri şüphesiz çok çarpıcıdır:
“…Eğer Damat Ferid Paşa’nın iğfal ve telkinleri olmasa idi, padişahın milli mücadeleye karşı böyle açık ve haksız şekilde cephe alması mümkün değildi. Şahsen mütereddit(kararsız-çekingen), hatta ağabeyi Sultan Hamit’ten daha vehhâm(vehimli), müvesvis (kuruntulu) olduğuna şüphe yoktur. 
Vagotomi(Vagotomi: vagus sinirinin etkisini ortadan kaldırmak amacıyla dallarından birisinin kesilmesidir. Nervus Vagus onuncu kafa siniridir, kafatasından çıktıktan sonra mide, bağırsak sisteminin bir kısmına, kalp ve akciğerlere dallar verir. Bu sistemlerin fonksiyonlarında önemli rol oynayan bir sinirdir.)illetine musâptı (sahipti). 
Dünya siyaseti hakkında bariz fikirleri de yoktu. Düşmanların çok evvelinden kararlaştırdıkları istiklâl ve haysiyetimizi pâyimal(aşağılayan)  eden haksızlık ve zulümlerinin, Anadolu’nun mukavemetinden ileri geldiğine dair aralarında sadece gafiller değil, hainlerin de bulunduğu kişilerin telkinlerine inandı, bir müddet geçince de bunların âlemdârı oldu. Hadisatın (olayların) kendisini sürüklediği gayyadan( cehennem çukuru )  kurtulabilecek şahsiyete de sahip değildi. 
Ben, Mustafa Kemal Paşa Samsun’a yeni vazifesi ile hareket etmesi günlerinde Padişahın emniyet ve ümidine şahidim. Ne esef verici yanlış telâkki ki, milletin mukavemetinin manasını hiç birimiz hakkı ile idrak edemedik. Fakat bizler için mazeret bulunabilirdi ama tasdik ve itiraf ediyorum ki, memleketin ve milletin mukadderatına hâkim bir şahsiyet için bu hata affedilmez idi ve vebâlinin (günahının) edası (ödenmesi)  zaruretti (kaçınılmazdı). Sultan Vahdettin’in ömrünün son senelerinde çektiği maddî manevî ıstırabı yakînen bilirim. Nedametine(pişmanlığına)  şahidimdir.“(Cemal Kutay, Sohbetler, Sayı:9, Ağustos 1969.s.121)
Bazı bilgi ve belgeleri paylaştım. 
Takdir ve yorum okuyucuya aittir.
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!