Yaşanmış olaylar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçerken bir düşünürün şu sözü aklıma geldi: “Eflatun'u severim, ama hakikati Eflatun'dan daha çok severim!”
                 
İnsanın onuruna, kırmızı çizgilerine, hayat felsefesine ölçü olarak alması gereken kriterleri belirleyen söz. İsterse adına “kör inat” desinler;  ne derlerse desinler. Bazı durumlarda gururumun harekete geçirdiği inadım tutar ve doğru bildiğim o kilometre taşından sapmamaya çalışırım. Özellikle trafikte önüm serbest olduğu halde kurallara inadına uyduğumdan pek çok “trafik magandası”nın şimşeklerini ve kornalarını üzerime çekmiş olduğumu ifade edeyim.
               
Üniversite öğrencisiydim. 12 Eylül İhtilali yeni olmuştu. Kraldan çok kralcı kesilen dekanımız bir gün stajda hastanede kılık kıyafet denetimi(?) yapmakta idi. O soğuk Şubat ayında boğazlı kazak giyen beni parmağı ile işaret ederek çağırdı ve “bu ne!” diye sordu. Ben de “kazak” dediğimde bizim militer ve sivil paşamız, pardon profesörümüz celallenmişti ve ertesi gün uyarı cezası tarafıma ulaştırılmıştı. Ben de kızmıştım ve “sen kim oluyorsun da benim kılığıma, kıyafetime karışıyorsun!” diye arkadaşlar arasında tepkimi gıyabında ortaya koyabilmiştim. Sonradan öğreniyorum ki meğer “yağcılarda inecek varmış.” Bizim anlı şanlı dekanımız meğer ihtilalcilere şirin görünerek “Danışma(ma) Meclisi”ne seçilmek istiyormuş.
                 
Geçenlerde bir arkadaşımla otoyoldayız, direksiyondayım. Trafik kalabalık. Adetimdir, hız sınırını aşmamaya özen gösteririm. Sağdaki emniyet şeridi boş. Arkadaşım yavaş gitmemden ve konvoyu ısrarlı bir şekilde takip etmemden sıkılmış olacak ki “Şu emniyet şeridinden gitsene. İleride sol şeride geçersin!” demez mi! Nasıl yani? Acil durumlar için tahsis edilmiş emniyet şeridinden gitmemi gerektiren bir mazeretim yok ki! Elbette böyle bir yola başvurmadım.
                 
Belki bu anlattığım bazılarına çok basit gelecektir. Unutmamalı ki büyük sorunlar, küçük gördüğümüz sorunların toplamından ibarettir.
                 
Bir dostum geçmişte söylemişti: “Bir ülkenin otoyolları, o toplumun medeniyetinin göstergesidir.” Bence de otoyollardaki trafik düzeni, toplumun terbiye seviyesini gösteren faktörlerden birisidir. Uygarlığımızı, bilinç seviyemizi o yollarda sergilediğimizin farkına bile varmayız.. Otoyolları insan davranışları laboratuvarıdır adeta...En uygar insan, trafikte en terbiyeli davranan insandır düsturuna inanırım. Boşverin sloganları, sembolleri, vatanseverlik nutuklarını...Hele sağımdan girip 5 saniye sonra şeride geçiyorsan bana “kul hakkı”ndan sakın bahsetme!
                 
Bir medeniyet inşa etmek için bireylerin belli bir kültürel donanıma sahip olmaları ve ideolojinin prangalarından kendilerini kurtarıp özgür düşünmeleri gerektiğine inanırım. Bilgi toplumu ancak bu şekilde oluşturulur.
               
Hiç unutamayacağım bir olayı paylaşmak isterim. Bir ideolojik saplantının bir ferdi nasıl “kul-köle” haline getirebildiğini ifade etmek için anlatmak istiyorum. Maksadım bir kesimi veye kişiyi kötülemek değil.. Böyle bir şey aklımın köşesinden bile geçmez. Bir gün muayenehaneme bir çocuk getirildi. Yanında da babası. Muayene sonucunda ameliyat kararı verdim ve mutabık kaldık. Memleketimi sordu. Şunu tanır mısın, bunu tanır mısın faslından sonra ortak bir tanıdığımız çıkmış oldu. Liseden bir sınıf arkadaşımın samimi olduğu bir insan karşımda idi. O kişi sınıf arkadaşımı yüceltici, ama çok yüceltici ifadeler kullanmakta. Biat eden bir insan vardı karşımda. Lise arkadaşımdan “reis” diye bahsetmekte. Ben ise o arkadaşımı belki 20 senedir görmemişim. Muhatap olduğum insan ayağa kalktı ve heyecanlı ve de kararlı bir yüz ifadesiyle “reisim” dedi, “şimdi bana telefon etse ve dese kigit falan adamı hallet ve sonucunu bana bidir; hiç düşünmeden gereğini yaparım. Ben ona kul köle olurum!” Karşımda biat kültürünün tipik bir örneği vardı. Şaşırmıştım. Ne diyebilirdim ki! Boşuna dememişler: “İdeolojiler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir!”
                 
Geçenlerde hastaneden şehire gelirken tam kavşağı dönüyordum ki sağımdan hızla giren bir minibüsü görünce hayli korkmuştum. Üşenmedim, yolun tam ortasında durdum. Trafik kilitlenmişti. “Yani” dedim, “şurada sağdan girerken bu insana ayıp olur, hakkını yemiş olurum diye hiç düşünmediniz mi? Bakın yol benim, geçiş hakkıma tecavüz ettiniz1” Sadece el kol hareketi yaparak “yürü git” diyebilmişti.
                 
Hani anlatırlar: Bir lokantada yemek yiyen birisi, masanın öteki ucundaki tuzluğa ulaşamaz ve masadakilerden birisine “şu tuzluğu verebilir misiniz!” diye ricada bulunur, ama adam duymazlıktan gelir. İstem birkaç sefer tekrarlanınca muhatabı “Galiba” der, “beni garson sandınız!” Beriki cevabı yapıştırır:”Hayır insan sanmıştım!”
                 
Eğitimi ideolojinin dar kalıplarından ve çıkmaz sokaklarından kurtarmadıkça medeniyetimizi yüceltecek insanlar yetiştirmemiz mümkün değildir diye düşünüyorum. Yoksa kısır döngü devam eder ve söylemler de değişmez. Mevlana ne güzel söylemiş:” Eskiler gittiler, yeniler geldiler. Yeni sözlerle eskiyi anlattılar!”

Hamasete veda...
                  ..........................................................................................................................................
                                                                   op.dr. Fikret solak....0535 337 4870