Atatürk’ün Samsun’a çıkmadan önceki günlerde,  Anadolu’nun dört bir yanı çeşitli olaylarla kaynamaktaydı.  Samsun sancağının ise özel bir yeri vardı. Türkiye’nin en huzursuz yerlerinden biri Samsun’du. Bölgenin etnik yapısı ve Pontuscu hazırlıklar, huzursuzluğun başlıca sebebiydi. 1904 yılında Merzifon Amerikan Koleji’nde kurulan Rum Pontus Cemiyeti, bölgede bir Rum Pontus Devleti kurma çabası içindeydi.

Osmanlı Devleti’nin 1’inci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması üzerine, bölgede faaliyetler artmıştı. Rusya’dan Komünist ihtilâlinden kaçan Rumlar ile Yunanistan’dan Yunan subayları ve silâhları gizli şekilde vapurlarla bölgeye taşınıyordu. Rum çeteleri göçmen kılığında kentlere kadar sokuluyor, Yunan Kızılhaç personeli arasına karışmış Yunan subayları, örgütlenmeyi gizlice sürdürüyordu.

Ermeniler ise Trabzon üzerinde hak iddia ediyor, Trabzon’un (Büyük Ermenistan)’ın doğal bir liman olduğunu ileri sürüyorlardı. Bunun için, onlar da buraya Ermeni göçmeni sokmaya çalışıyor ve Ermeni çeteleri bölgeye sızarak, kendilerinin de var olduğunu kanıtlamaya çaba sarf ediyorlardı. Ezilen ve yurdu elinden alınmak istenen çoğunlukta bulunan Türkler, sesini çıkaran ve gürültü koparanlar ise bir avuç Rum ve Ermeni’ydi.

Ancak, Türk halkı üzerindeki bu baskı kısa zamanda kendini gösterdi. Türk halkı kendi aralarında teşkilatlanarak bu Rum ve Ermeni çetelere karşı direnmeye başladı. Giresun yöresinde Topal Osman, bu direnişlerin en etkili isimdi.

Samsun, ayrıca strateji bakımından da önemliydi. Karadeniz kıyılarından Orta Anadolu’ya açılan en rahat kapı, şüphesiz Samsun limanıydı. Kuzeyden Anadolu içlerine sarkmak isteyenler için bu kapı mutlaka elde bulundurulmalıydı. Bölgenin stratejik konumu yanında, Rumlar’ın ve Ermeniler’in dünyanın dört bir tarafında başlayan yaygaraları etkisini gösterdi ve 200 kişilik bir İngiliz kıtası, Rum ve Ermeni azınlıklarını korumak üzere, 9 Mart 1919 günü Samsun’a çıkarıldı. Buradan hareket ettirilen bir birlik de Merzifon’u işgal etti.

Mustafa Kemal Paşa’nın, milli davaya dayanak olabilecek bir görevle Anadolu’ya geçmek için yollar aradığı o günlerde, İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri Komutanlığı, Padişaha ve Damat Ferit Paşa Hükümeti’ne bir ültimatom verdi. Eğer, Doğu Karadeniz yörelerindeki Türk çetelerinin Rum ve diğer azınlıklara yaptıkları tecavüzler kısa sürede önlenmezse, kendileri işe el koyacak ve gerekirse bütün yöreyi işgal edeceklerdi.

Telaşa kapılan Sadrazam Damat Ferit Paşa, Dâhiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey’i çağırarak sordu:

“...İşgal kuvvetleri komutanlığı, bugün Sadaret’e müracaatla; Samsun dolaylarında asayişin bozulduğundan, Rum köylerinin mütemadiyen taarruza uğradığından bahisle, hükümet asayişi muhafaza edemediği takdirde kendilerinin müdahaleye girişeceklerini bildirdi. İçişleri Bakanı olarak bu meseleye ne gibi bir çare düşünüyorsunuz?”

İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey : “ Bu iş burada, Babıali’de yoluna konulamaz. Asayişin bozulduğu bölgeye bu davanın hakkından gelebilecek, tecrübeli bir şahsiyeti geniş yetkilerle göndermek lâzımdır ” diye yanıtladı.

Sadrazam Damat Ferit Paşa, bu göreve kimin verileceğini merak ediyordu,  sordu 

 “-Peki, kimi düşünüyorsunuz ?”

İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey ise son derece kararlıydı:

“ Mevcut komutanlar arasında bu özelliklere sahip olarak  aklıma gelen  tek isim var, o da Mustafa Kemal Paşa’dır.”