Hemen hemen tüm dinlerde ve inanç biçimlerinde insanlara ölümden sonra öte alemde iki adres gösterilir. Cennet ve cehennem. Genel olarak da cehennem günahkarların ahrette gideceği yerdir. Orada işkence vardır.  Eza cefa vardır.

Ateş, kaynar su, irinli su, zakkum ve darı dikeni gibi ürkütücü bitkiler, zincir, bukağı gibi işkence aletleri, ateşten yataklar cehennemin olmazsa olmazları. Bütün bunların başında zebaniler. Böyle bir ortamdakilerin ümitsiz yalvarış, yakarışları sonuç vermeyince birbirlerini suçlayıp kavgaları ayrı bir kaos yaratması kaçınılmaz. Birkaç örnek:

Asur-Babil inancına göre: Etrafı yedi kat duvarla çevrili zifiri karanlık içinde yiyecekleri toz ve çamur. Brahmancılıkta, ateş başlıca işkence vasıtası olmakla beraber dondurucu soğuk ve çeşitli işkence aletleri. Zerdüştlükte, sırat köprüsünün eşdeğeri çivat köprüsünden geçerken imansızlar uçuruma düşerek buradaki şeytanlara teslim edilir.

Cennet ise günahsız veya günahlarından arınmış olanların öte dünyada gidecekleri yerdir. Onları orada sonsuz ve mutlu bir yaşam beklemektedir. Her cennet tasvirinde dünyada benzeri olmayan yiyecek içecekler, bahçeler, ırmaklar anlatılmaktadır. 

Bahçe anlamına gelen cennetin genel görünümü erkek zevklerine uygun bir şekilde anlatılmaktadır. Sıcak ve kurak çöl ikliminin hakim olduğu coğrafyadaki insanların özlem ve hayallerine hitap edecek her şey vardır. Bu tanımlamalar Ömer Hayyam’ı bile kuşkuya düşürmüş, Fazıl Say’ın başını derde sokan ve hapis cezası almasına neden olan o meşhur rubaisini yazmasına neden olmuştur.

Bütün bunların temelinde yatan, insanları cehennemin korkutucu görünümüyle günah işlemekten sakındırmaktır. Cennetin özendirici yanlarıyla da sevap işlemeye yönlendirmektedir. 

Oysa gerçek hak aşığı, Yunus Emre birkaç köşk ve huriden ibaret cennete itibar etmemekte, Yaradan’a “bana seni gerek seni”  demektedir.

Cennet ve cehennem hakkında yukarıdaki çok bilinen düşünce şekillerine, bunların dışında az bilinen belki de hiç duymadığınız bir inancı da katalım. Bakın ne diyor:

Her birimiz varoluşumuzun gerçek sebebini ne kadar merak etsek, arasak da bulamaz ve bilemezmişiz. Ancak ölmeden birkaç saniye önce bu anlaşılırmış. Cennet ya da cehennem işte o anda doğarmış.

Cehennem o, kısacık anda geriye bakıp, yaşam denen olağanüstü süreci anlamlı hale getirme olanağını kaçırmanın pişmanlık ve üzüntüsüymüş.
Cennet ise o an “hatalar yaptım, eksik bıraktıklarım oldu ama yılmadım. Korkmadan ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım. Hayatımı yaşadım” diyebilmekmiş.
İşte formül bu. Şimdiden yaşamınıza uygulayarak cennete mi, cehenneme mi hak kazandığınızı isterseniz görebilirsiniz. Veya en iyisi bundan sonraki yaşamınıza uygulayarak günlerinizi cehennemden cennete çevirebilirsiniz. Bir başka bakış açısıyla: insan cenneti de cehennemi de bu dünyada yaşar diye de düşünebilirsiniz. 

Arzu edilipte ulaşılamayanlar, kaçan fırsatlar, yenilgiyle sonuçlanan girişimler, insanı üzen yaşamsal olaylardır. Bedensel ve ruhsal acılar çok şiddetlenirse yaşam süreci anlamsızlaşır, çekilmez hale gelir. Özgürlükleri elinden alınmış, dört duvar arasında önüne ölmeyecek kadar yiyecek içecek konulan, sadece nefes alıp veren bir kişinin bulunduğu ortamın adı cehennemle eşdeğer olsa gerek.

Bütün bu katlanılması zor koşullar yaşam içinde yapılan yanlışların, işlenen suçların, günahların karşılığıdır. Eğer zamanında fark eder, ne kadar erken doğru yola girilirse, hatalardan vazgeçilirse cenneti yaşamaya hak kazanılır. Hayatı dolu dolu yaşamak etraftaki güzellikleri görüp yararlanmak cenneti yaşamak demektir.

Gerçek dünyaya dönecek olursak, hiç kimsenin yaşamı tümüyle bir tek tarafta seyretmez. İki yana zikzaklar  çizerek devam eder. Önemli olan güzellikler içinde geçen süreyi uzun tutabilmekte.

Not: İtalyan şair ve yazar DANTE üç ciltlik İLAHİ KOMEDYA isimli eserinin CEHENNEM bölümünde işkence şekillerini anlatırken, bu cezaları çekenlerin kimliklerini de şöyle sıralıyor: Dini istismar eden dinciler, rüşvetçi politikacılar, kendi çıkarları için topluma eziyet eden despotlar ve yandaşları, dalkavukları, yalakaları.