115 Ocak 1902'de Selanik'te doğan Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963'de Kosova'da yaşama devam etmişti. Geçtiğimiz Salı günü, ölüm yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anıldı.
Şiirlerinin her biri başyapıt olan büyük Türk şairi Nazım Hikmet yaşamı boyunca pek çok haksızlıklara uğradı. Yıllarca hapishanelerde yattı. 1950'de kabul edilen genel af yasasıyla özgürlüğüne kavuştu. Yaşamının tehlikede olduğu korkusuyla Türkiye'den ayrılarak Moskova'ya gitti. Bu yüzden yurttaşlıktan çıkarıldı. Uzun yıllar yasaklanan yapıtları 1965'ten sonra yeniden yayınlandı.
Türkiye tarihinin bir kesitini veren "Memleketimden İnsan Manzaraları" ve "Kuvayı Milliye" adıyla yayınlanan ünlü kurtuluş savaşı destanı onun yurtseverliğinin tartışmasız örnekleridir.
Nazım'ın haksız suçlamalara tepkisini iki örnekle anlatmak istiyorum. Birincisi Piraye'ye mektubu. Bakın ne diyor:
"Ben kendimi her namuslu insan gibi yurtsever ve halkını sever olduğunu bildikten, bu hususta vicdanım rahatken birkaç münferit yalan kusmuşlar, umurumda değil. 20 sene sonra 50 sene sonra bir çoğunun adını bile unutacak Türk Milleti. Halbuki bu millet var oldukça yer yüzünde Türkçem konuşuldukça ben bu dilin ve bu halkın en namuslu şiirlerini yazmış insan olarak yaşayacağım sen üzülme."
Nazım'ın o gün yazdıklarının ne kadar doğru ve haklı olduğunu bugün apaçık görüyoruz. Onu suçlayanların hiçbirisinin adı sanı anılmıyor. Ama onun şiirleri aynı coşku ile okunmaya devam ediyor. Çünkü tüm yapıtlarını "Türkçem" dediği ana dilinde ve öztürkçe yazmıştı. Anlaşılırlığı yıllarca sürmüş ve kendi dediği gibi o güzel dil konuşuldukça sürecektir.
Yurttaşlıktan çıkarılma kararı 1951'de tamamen politik bir karar olarak alındı. Hukuksal hiçbir yanı yoktu. Çünkü vatan hainliğinden yada vatana ihanetten yargılanmamıştı. Açılan davlar ve aldığı mahkumiyetler hep yazdıkları ve düşünceleri nedeniyledir.
Dünya onu Türk şairi olarak bilir, Türkiye'yi de Nazım Hikmet'in ülkesi. O yaşamı boyunca, yurt içinde ve dışında, ceza evinde yalnızca Türkçe düşünmüş, konuşmuş ve yazmıştır.
Şimdi de Nazım Hikmet'in Atatürk'e yazdığı bir mektuptan söz etmek istiyorum. Bu mektup, Atatürk'e sunulmak üzere şairin bir yakınına verilmiş ancak o sırada hastalığı ağırlaşan Atatürk'e ulaştırılamamıştır.
"Cumhurreisi Atatürk'ün Yüksek Katına
Askeri isyana teşvik etmedim.
Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamlesini anlayabilen bir kafam, yurdunu seven bir yüreğim var.
Askeri isyana teşvik etmedim.
Yurdum ve inkılapçı senin karşında alnım açıktır.
Yüksek askeri makamlar, devlet ve zadalet, küçük bürokrat gizli rejim düşmanlarınca aldatılıyorlar.
Askeri isyana teşvik etmedim.
Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim ki bunu bir an olsun düşünebileyim.
Askeri isyana teşvik etmedim.
Senin eserin ve sana aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sırtıma yüklenen ve yükletilecek hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirim.
Büyük işlerin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim.
Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse alnıma vurulmak istenen bu "inkılap askerlerini isyana teşvik" damgasını ancak senin ellerinle silebileceğine inandığımdandır.
Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin.
Kemalizmden ve senden adalet istiyorum.
Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum."