Yıl 1937 artık Başvekil değildir. Ayrılma nedenleri arasında, Hatay meselesinde Atatürk’le arasındaki görüş ayrılığı ön planda idi. Hatay’da Fransız yönetimi vardı ve şikayetler artmıştı. Atatürk bir an önce meselenin çözülmesini, hatta gerekirse askeri müdahale planları yapıyordu. İnönü ise daha soğuk kanlı hareket ediyor, diplomatik yoları zorlayarak sonuç almaktan yanaydı.
Diğer bir neden Atatürk, devlet ilişkilerini hükümete devretse de özellikle dış politika konularında açıkça müdahale ediyordu. Bunun bir örneği uluslararası bir konferansa Türkiye adına katılan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras hükümetten ayrı, Atatürk’ten ayrı talimatlar alıyor ve ikilemde kalmıştı.
Benzer olay Ziraat Vekaletinde yaşandı. Atatürk gözü gibi baktığı orman çiftliğine yeterince ilgi gösterilmediği düşüncesindeydi. Bir akşam Çankaya sofrasında konu gündeme gelir. İnönü Vekilini savunmak durumunda kalır. Aralarında sert tartışma olur. Fikri alınmadan vekillerin istifaya mecbur bırakılmaları İnönütü üzmektedir.
Gerçek nedeni ise İnönü daha sonra şöyle açıklayacaktır. “1936-1937lerde ben nasıl yorgun, artık geçinmekte güçlük çekilen bir adam haline gelmişsem, Atatürk’ün de sıhhatinde başlayan bozukluklar sükunetini kolaylıkla kaybeder hale gelmiş olduğu kanaatindeyim”.
Harp Akademisinden başlayıp kurtuluş savaşı cephelerinde süren 30 yıllık bir dostluk iktidar basamaklarında yaşlanmış ve yıpranmıştı. Atatürk’ün kafasındaki çözüm yolu inönü’nün istifa ettirilmesiydi. Bunu da kimseyi incitmeyecek ve kimseye zarar vermeyecek şekilde olması gerekiyordu.
İstanbul’da Türk Tarih Kurultayı toplanacaktı. Bir gün önce Atatürk Beyaz Trenle yanında yakınları ve Başvekil İnönü olduğu halde İstanbul’a hareket etti. Trende iki eski dost trenin en arkasındaki özel vagona geçtiler. Beraber kahve içtiler. Kısa süren bir diyalog sonunda İnönü’n görevine bir ara verilmesi kararlaştırıldı. Yerine de Celal Bayar’ın geçmesi uygun görüldü.
Ertesi sabah tren Haydarpaşa’ya varır. Aynı gün öğleden sonra Anadolu Ajansı'nın şu bildirisi radyo’dan yayınlanır:
“Başvekil Malatya Mebusu İsmet İnönü sürmeneaj neticesi olarak mutlak istirahat şeklinde mezuniyete ihtiyaç hissetmekte olduğundan bahisle tedavisini bitirebilmek üzere 1,5 ay müddetle mezuniyet istemiş ve talebi tensibedilerek Başvekil İksitat Vekili Celal Bayar’ın tayini muvafık görülmüştür.”
Dolmabahçe Sarayı'nda Tarih Kurultayı açılmış, Atatürk locasında izlemektedir. İsmet İnönü’yü locasına çağırır. Herkes konuşmalara dalmışken, İnönü Atatürk’ün eline bir kağıt parçası verir. Şöyle yazmaktadır:
“Bana dargın mısın?”
Yanıt aynı kısalıkta gelir:
“Sana dargın olabilir miyim?”
“Naıl istersen.”
İnönü artık Başvekil değildir. Günlerden bir Pazar günü iki oğlu Ömer ve Erdal ile Kazım Özalp’ın oğlunu alır, temiz havadan yararlanmak ve maç seyretmek için 19 Mayıs Stadyumu'na gider. Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü'de oradadır. Beraber maçı seyretmeye başlarlar.
Halk İnönü’yü fark eder alkışlamaya, tezahürat yapmaya başlar. Sesler gitikçe artar, aynı ölçüde İnönü’nün huzursuzluğu da. Orada daha fazla kalmayı doğru görmez. Çocukları alıp dışarı çıkar.
Halk İnönü’yü bırakmaz, zorlukla arabasına biner. Bu sefer insanlar arabayı havaya kaldırmaya çalışırlar. Şöför zorlukla uzaklaşmayı başarır.
Olay her tarafta duyulduğu gibi Salih Bozok tarafında Atatürk’e iletilir. Atatürk’ün tepkisini merakla bekleyenler,
parlayan gözleri ve gülümseyen yüzü ile onun şu sözlerine tanık olurlar:
“Gördünüz mü büyük milleti. Kendisine hizmet edenleri böyle daima takdir ve hürketle karşılar. Çok memnun oldum.”
İşte büyük insan ve ona has bir değerlendirme. Acaba bugün İnönü’ye ve onun üzerinden Atatürk’e dil uzatanlar, yalan yanlış iftiralarla onları ve o dönemi karalamaya cüret edenler, o gün stadyumdakilerin torunları olabilir mi? Kendisine hizmet edenlerin daima takdir ve hürmet eden bir milletin mensubu olabilir mi?