Muhtelif Kaynaklarda Eski Türkler’de Kadın-2

XIII. yüzyılda Türk beldelerini dolaşan Marco Polo, Türk kadınının özgürlüğüne tanık olmuş ve seyahatnamesinde bundan sık sık söz etmiştir.

Örneğin, Amu Derya nehrinin yukarılarında Kuzey Doğu'ya yayılan ve “ Büyük Türkiye” diye tanımlanan yerleri ziyaret ederken Türk hükümdarlarının kızlarından söz eder ve şöyle der :

“… Prenses öylesine güçlü ki tüm ülkede onunla başa çıkacak erkek bulmak güç. Çünkü kim çıkarsa hepsini alt etmektedir. Babası kendisini evlendirmek istediği halde o buna razı olmamakta ve kendi beğendiği birini bulana kadar hiç kimse ile evlenmek niyetinde olmadığını açığa vurmaktadır. Bundan dolayıdır ki babası ona yazılı olarak, dilediği erkekle evlenebileceğine dair söz vermiştir. Bunun üzerinedir ki prenses, ülkenin dört bir yanına haber salarak genç delikanlıları, kendisiyle güç denemesine çağırmış ye kendisiyle başa çıkacak birini bulduğu zaman onunla evleneceğini açıklamıştır.” (Marco Polo, The Acventures of Marco Polo, New York, 1948, 179, 181.)

Batılı yazarlar arasında Marco Polo gibi Türk kadınının özgür yaşamlarına, bağımsızlığına ve karakter olgunluğuna hayran kalanlar çoktur. Ricoldo di Monte Groce bunlardan biridir. Bu ünlü yazardan öğrenmekteyiz ki Türk ülkelerinde ve örneğin Selçuk devletinde hâkim olan gelenekler, Arap ülkelerindekinden çok farklıdır ve bu farklılık, özellikle Türk kadınının toplumdaki üstün değeri ve yeri ile ilgilidir. (Claude Cohen, Pre-Ottoman Turkey, 1076-1330, New York, 1968,s.153)

Kısaca belirtelim ki, Türklerde kadının bu üstün kertede tutulduğu dönemlerde Batı dünyası, tıpkı Arap dünyası gibi, kadını ikinci plâna atmıştı. Çoğu yerde koca, sofrada yemek yerken, kadın ayakta bekler, ona hizmet eder, her vesile ile kocasının ayaklarını öper ve fakat yine de haysiyet kırıcı muamelelere uğramaktan kurtulmazdı.

XII. yüzyılın ünlü yazarlarından Ata Malik Cüveyni, Tarihi Cihan adlı yapıtında Cengiz Han ailesinden söz ederken Türk kadınının yeteneklerini över. Özelikle Türkan Hatun'un devlet işlerindeki becerikliliğini, haysiyet duygusuna verdiği yeri (ve örneğin kocası Sultan Osman'ı saygılı davranmıyor diye Sultan Mehmed'e şikâyet etmesini) nakleder ki çok ilginçtir.

Bağdat halifesi Mustansir Bi'llah tarafından resmen tanınan Hindistan'ın ilk Müslüman hükümdarı olan Şams al-Din İL Tutmuş ( 1210-1236), kızı Raziya Sultan’ ı veliahtlığa getirmişti.

Ancak İl-Tut­muş'un ölümünden sonra saray erkânı, devletin bir kadın tarafından idare edilmesini istememiş ve Taht'a İl-Tutmuş'un oğullarından birini, Ruknudin Firüz'u getirmişti. Fakat bu hükümdarın kötü yönetimi yüzünden ihtilal patlak verdi ve halk, ordu ile birlik olup Raziya'yı taht'a çıkardı.

Raziya döneminde Delhi fevkalade iyi bir yönetime kavuşmuştu.  Son derece akıllı ve geniş görüştü olan Raziya, kadınlara özgürlük sağlamak üzere her şeyden önce onların kıyafetlerini çağdaş hale getirdi.  Kendisi de kıyafetleriyle onlara örnek oldu.

Türkler’ de kadının saygın ve üstün bir yeri olduğu hususunu kanıtlayan yapıtlar arasında İbn Batuta'nın Seyahatnamesi  özel bir değer taşır. Çünkü XIV. yüzyılın bu tanınmış gezgini, sadece Türk toplumlarının KADIN konusundaki değer ölçülerini değil, fakat İslâmî nitelikte olmayan bir geleneğin, İslâmî geleneklere çok daha üstün olabileceği tezini de ortaya vurmuştur. Örneğin Kuma nehri kenarındaki Türk kentlerine yaptığı ziyaretleri sırasında naklettikleri bunun kanıtıdır.

Sultan Özbek Han'ın valilerinden biri ile birlikte Azak'tan hareketle Türk ülkelerine yaptığı gezilerini anlatırken şöyle der:

“Tuluktumar Emir'i ile birlikte (gittiğim bu kent) büyük Kuma nehri kıyılarındaki Türk kentlerinin en güzellerinden biri. Bu ülkede tanık olduğum en ilginç şey Türklerin kadınlara karşı gösterdikleri saygıdır. Diyebilirim ki Türkler, kadınlarını erkeklerinden çok daha şerefli bir kertede tutmaktadırlar. Kiram kentini terk ederken Emir'in eşini arabada giderken gördüm ... Arabası baştan aşağı süslü ve zengin mavi kumaşlarla örtülü idi; tenteleri açıktı. Prensesin yanında zarif giysilere bürünmüş dört nedime daha vardı ki onların arabaları da zengin eşyalarla doluydu. Emir'in bulunduğu yere yaklaşılınca prenses arabadan indi. Otuz kadar genç nedime elbisesinin eteklerini tu tarak peşinden yürümeye başladılar. Prensesin eteklerinde ilmikler vardı ve her bir nedime bu ilmiklerden tutup yerden hafifçe yukarı kaldırmak suretiyle yürüyüşe devam ederlerken prenses muhteşem bir tavırla Emir'e yaklaştı; Emir ayağa kalkarak onu selâmladı ve yanına oturttu. Bu sırada nedimeler ayakta prensesin etrafını sarmış olarak beklemekteydiler. Kımız getirildi, prenses bir su kabı alarak içine bir miktar kımız doldurduktan sonra Emir'e ikram etti. Bunun üzerine Emir, aynı (nezaketle) bir kaba kımız doldurdu ve prensese ikram etti. . Her ikisi, önlerine getirilen yemeklerden yediler. Daha sonra prenses (Emir'in kendisine takdim ettiği hediyeleri alarak) odasına çekildi.”

Sadece Sultan'ların ya da Emir'lerin değil, fakat halktan kişilerin dahi kadına karşı saygılı davranışlarını izleyen yazar, şöyle ekler:

“Tüccardan ve avamdan kişilerin eşlerini de gördüm (ve onların da aynı saygıya mazhar olduklarını izledim) . Örneğin bu kadınlardan biri at arabasında hizmetçileriyle birlikte gitmekteydi. Başında inci ve tavus kuşu tüyü ile süslenmiş mahruti biçimde bir şapka vardı.

Arabasının pencereleri açık olup tentelerin arasından kadının yüzünü görmek mümkündü. Zira Türk kadınları peçe taşınmazlar (ve kapanmazlar) . Sokakta yüzleri açık (ve yalnız) dolaşırlar. Ara sıra kendilerine kocalarının refakat ettiği görülür. “

1331 yılında Sultan Muhammed Özbek Han'ı ziyaret eden İbn Batuta gördüklerini şöyle anlatır:

“… Özbek Han, büyük bir imparatorluğun başındadır ... Yeryüzünün en kudretli yedi hükümdarından biridir ... Tahtına kurulmuş olarak otururken sağ yanında Taytugli Hatun ve onun yanında da Kebek Hatun, sol tarafında ise Bayalun Hatun ve yanında Urduca Hatun yer almışlardı. Tahtın hemen aşağı basamağında hükümdarın çocukları oturmaktaydılar. Büyük oğlu sağda, küçük oğlu solda ve kızları da tam ortada, Sultan'ın karşısında yer almışlardı. Odaya giren her hatunu Sultan ayağa kalkmak suretiyle karşılıyor, elinden tutarak tahta çıkarıyordu. Ve bu merasim halkın gözleri önünde oluşuyordu.”

Bağdat'ı ziyareti sırasında İbn Batuta, Türk yöneticileri arasında kadın unsurlara rastlamakla şaşkınlığını açıklamaktan kendini alamaz. O tarihlerde Bağdat'ta, İlhanlı'Iarın son halkası sayılan Ebu Sa'id Bahadır Han hüküm sürmektedir. Fakat devletin yönetimiyle ilgili bütün kararları karısıyla birlikte almaktadır. Dinleyelim şimdi İbn Batuta'yı :

«Türk hükümdarlarının eşleri olan hatunların, toplum yönetiminde çok önemli bir yer işgal ettikleri anlaşılmaktadır. (Zira) hükümdar ne zaman bir emir yayınlasa, bu emirnamede mutlaka -'işbu emirname Sultan ile Hatun Sultanın kararıyladır'- şeklinde bir kayıt görülmektedir. Her hatun sultanın kendi egemenliği altında kentleri ve bölgeleri kendi emirlerinde bütçeleri bulunmaktadır. Sultan ile beraber seyahate çıktıklarında kendilerine ait taşıtları, çadırları ve kampları vardır.”

Türk kadınının değeri ve önemi ortadadır.