Mevlana 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içinde bulunan Horasan Ülkesinin Belh şehrinde doğdu. Babası şehrin ileri gelenlerindendi , (Sultanü-l Ulema ) ‘’ Bilginler Sultanı ‘’ ünvanı ile anılan bir kişiydi. Moğol istilası sebebiyle Nişabur‘a oradan sırası ile Bağdat, Kufe, Mekke, Şam, Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Larende’ye ( Karaman ) geldiler.

Bu yıllarda Anadolu’nun büyük bir kısmı Selçuklu devletinin egemenliği altındaydı ve Selçuklu devletinin başında Alaeddin Keykubat vardı. Alaeddin Keykubat’ın daveti üzerine 12 Ocak 1231 yılında aile ve müritleri Konya’ya yerleşir. Sultanü-l Ulema’ nın vefatından sonra talebeleri ve müritleri Mevlana’nın çevresinde toplanırlar. Mevlana büyük bir ilim ve din bilgini olarak İplikçi Medresesinde vaazlar vermeye başlar ve medrese gelenlerle dolup taşar. Ney’i ile insanların gönlünde aşk ateşini parlatır. Günümüzden 744 yıl önce güneş etrafında dönen gezeğenleri tasvir eder. Musıki eşliğinde yapılan Rask ile dönen semazenlerin ışığa yönelişi, aslında Hak’ka yönelişi ve Hak’ka ulaşmayı anlatır. Sağ el havaya sol el yere bakarak yapılan bu dönüşler ‘’ Hak’tan alır halka veririz , hiçbir şeyi kendimize mal etmeyiz ‘’ deyişidir.

15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizi ile karşılaşmasının yarattığı aşk ateşi bütün benliğini sarar ve bu aşk ile ‘’ Mutlak Kemalin varlığını ‘’ cemalinde de ‘’ Tanrı nurlarını ‘’ görmüştür . Şems’in kısa süre sonra ölümü ile uzun yıllar inzivaya çekilir. Mevlana 17 Aralık 1273 günü Hakkın rahmetine kavuşur. Ölüm günü yeniden doğuş günü olarak kabul edilir, ölüm günü , Allah’ına kavuştuğu gece manasına gelen ‘’ ŞEB-İ ARUS ‘’ ( düğün günü – gelin gecesi ) olarak anılır ve dostlarına ölümünün ardından ah, vah ederek arkamdan ağlamayın diye vasiyet etmiştir. Vasiyetindeki şu cümle ve mısralar onun yaşamını özetler.

‘’ Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır.’’

Mevlana, Hüsamettin Çelebi’nin ısrarı üzerine yazmış olduğu Mesnevi ile dünyaya dev bir sanat eseri ve felsefi bir yapıt bırakmıştır. Aşağıda yazılı iki mısra yaşam felsefesi hakkında muazzam bir anlatım içermektedir.

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir”

Mevlana yaşamı boyunda ilime, sanata ve yenileşmeye verdiği değer ile insanlık aleminde yeni bir çığır açmıştır. Musıkiyi ve Raksı din ritüelleri içinde çok saygıdeğer bir mertebeye taşıyarak büyük bir fark yaratmıştır. Eski köhnemiş din anlayışını kırarak dil, ırk ve din farklılıklarını şu cümle ile silip atmıştır. ‘’ Gel… Gel ne olursan ol gel ! İster kafir ol, ister mecusi, ister puta tapan ol gel…Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir . Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel ‘’

Bu sözün Orta Asya’lı Ebu Said Ebu-l Hayr ‘ a ait olduğunu söyleyenler de vardır, fakat bu deyiş Hazreti Mevlana ile özdeşleşmiş bir deyiş olarak kabullenilmiştir ve Bu deyiş Mevlana’nın yaşam felsefesinin özeti olarak algılanmaktadır .

Mevlana’nın vuslata erişinin 744. Yılında ŞEB-İ ARUS kutlu olsun…