Hani altmış sekiz kuşağı diyoruz ya, ben o kuşaktan olup, Yıldız Teknik ve günümüzdeki adıyla Yıldız Üniversitesi mezunuyum. Bizim kuşağın derslerine gelen hocalarımız basit bir hesapla o günlerde kırk elli yaşlarında olsalar; doğumları 1915-1925 aralığına denk gelir.

Kısaca bizde emeği olan, bizi yetiştiren hocalarımız; Osmanlının son döneminde ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında doğmuşlardı. Çok kısıtlı olanaklarla ve özveriyle yurt içi ve yurt dışında okumuş mühendis ve bilim insanı olmuşlardı.

Ülkemizin bugün ulaşmış olduğu teknik, ekonomik ve üretilen teknoloji düzeyi; yetiştirdikleri biz öğrencileri aracılığında tam ve tartışmasız o fedakar Cumhuriyet genci hocalarımız sayesinde olmuştur. Bizde emeği olan bu fedakar hocalarımızı rahmet ve saygıyla anıyorum.

Elli yılı aşkın bir zamandan sonra bile belleğimde tazeliğini koruyan bir anım:

Yıldız Teknik okulumuz Beşiktaş Barbaros Bulvarında ve ben akşam/gece eğitiminde öğrenciyim. Gündüz büyük bir şirketin proje bölümünde çalışıyorum. Aynı şirketin üretim biriminde bir sınıf arkadaşım, farklı sınıfta olan iki arkadaş olmak üzere toplam dört arkadaşız.

Yönetimin bize uyguladığı hoşgörü ile okula yetişmek için mesai bitiminden bir saat önce çıkıp, en az üç minibüs ve otobüs değiştirerek okula ulaşıyoruz. Doğal olarak bazan trafik sorunu nedeniyle biraz geç kaldığımız da oluyordu. O akşam ilk dersimiz kimya, sonraki dersimiz de malzeme idi.

Kimya hocamız İbrahim Bey; hemen hemen her dersin beş on dakikasını okul yıllarında yaşadığı zorlukları anlatır, bizim olanaklarımızın çok iyi olduğunun altını çizerdi. Örneğin: “O zamanlar her evde elektrik yok. Biz Fatih’te oturuyoruz, ben geceleri sokak lambasının altında ders çalışırdım. Oradan okula yazın sıcağında, kışın soğuğunda yürüyerek gidip gelirdim. Şimdi her yerde elektrik, yollarda adım başı dolmuş, otobüs, taksiler… Bunca imkan, bunca rahatlık…” diye devam ederdi.

Bir de sanki kimya biliminin temeli klor’muş gibi sıklıkla döner dolaşır sözü klora getirir ve “kloorrrr” diye sözcüğü uzatırdı. Biz öğrenciler arasında bu gülüşmelere neden olurdu.

Mevsim kış, kar diz boyu, İstanbul trafiği felç ve ilk dersimiz kimya… Biraz geç kaldık, ben derslik kapısını tıklattım, biz iki arkadaş sınıfa girip hocamızdan özür dileyip, sıramıza geçtik. Hocamız yüksek sesle bizim ne nankörlüğümüzü, ne tembelliğimizi bıraktı… Belki de her dersinde bir iki kez dinlediğimiz okula yaya gidip gelmelerini, sokak lambası altında ders çalışmalarını, kendi gençlik döneminin yokluk ve yoksunluklarını sıralardı da, bizim yaşadığımız sıkıntıları neden anlamaz diye düşünürdüm.

Ben de o gün yaşadığımız ulaşım sıkıntısı soğuk kış ve yoğun kar nedeniyle zaten iyice dolmuşum, bir de bunun üstüne hocamızın fırçası ve sanırım bende sigortayı patlattı. Ayağa kalktım:

Hocam bizler yani gece öğrencileri olarak son derece sorumluluk sahibiyiz. Varsıl olmadığımız için gündüz çalışıyor, akşam okula geliyoruz. Elbette koşullarımız sizin zamanınızdaki kadar ağır değil. Sizlerin fedakarlığı ve çalışkanlığınız bizlere bu günleri sağladı. Size müteşekkiriz ama; bunu arada bir bizim başımıza kakmanızı da size bir hak olarak görmüyorum.

Defol… çık sınıftan.

Çıkmıyorum… dersinize yetişmek için diz boyu kara bata çıka ancak gelebildik. Bu hava koşullarında dersinize gelmek; size olan saygımızın bir ifadesi olarak değerlendirilmeli.

Tam bu sırada sınıf kapısı açıldı, bölüm başkanımız ve aynı zamanda malzeme hocamız Necdet Bey sınıfa girdi. Meğer sınıftan bir arkadaşımız Necdet Bey hocamıza sınıfta gerginlik yaşandığı söylemiş.

Necdet Bey hocamız İbrahim Bey hocamızın koluna girip derslikten ayrıldı. Biz de kimimiz koridorda, kimimiz derslikte bekleşmeye başladık.

On on beş dakika sonra Necdet Bey hocamız koridorun başında göründü, biz hemen dersliğe girip, sıramıza geçtik.

Hocamız sol ayağındaki hafif aksamayla dersliğe girdiğinde hepimiz saygılı şekilde ayaktaydık. Hocamız hafif bir tebessümle ve olaya hiç değinmeden:

Hava koşulları bek iyi değil, bir de karşıdan gelen “Anadolu yakası” arkadaşlar var. Hava ve ulaşım şartlarını düşünerek ben bu akşamki dersimizi ertelesek diye düşünüyorum.

Sınıfta tam bir rahatlama, hocamız teşekkür ifadelerimiz oldu.

Hocamız Almanya’da hem çalışıp hem de eğitimini sürdürürken, çıkan İkinci Dünya Savaşının ortasında kalıyor. Ülkeye dönmek için çabalarken de bir şarapnel parçasıyla sol topuğundan yaralanıyor.

Demem o ki biz altmış sekiz kuşağını yetiştiren; daha ötesi bugün ülke olarak ulaşmış olduğumuz gelişmişlik düzeyini bizlere armağan eden o fedakar hocalarımızı rahmet ve minnet duygularımla anıyorum.